100 yıldır kayda değer metin çok az

İsmail Kara, bugüne kadar yediden yetmişe herkesin tahsil yıllarında karşılaştığı, düzenli olarak okuduğu, tekrarladığı, İstiklâl Marşı üzerine 100 yıldır fikri ve edebi bakımdan kayda değer metinler yazılmadığını söylüyor.

Mukadder Gemici Yeni Şafak
İsmail Kara

Yüz yıl hatta daha fazla yaşayabilmek, yazıldıktan yıllar sonra insanlara aynı duygularla ulaşmayı başarabilmek çok az edebî metnin kaderinde vardır. Geriye dönüp bakıldığında çoğu dil, şekil ve mahiyet bakımından anlaşılmamaya mahkum büyük bir yığın vardır; yılları devirerek en üstte kalanlar ise “büyük metinler” olarak karşımızda durur. Yazarı uzaktadır, çoktan toprak olmuştur ama o metin, artık yazarın hakikatiyle, sebeplerle, olaylarla iç içe geçmiştir. Yazıldığı an ile birlikte capcanlıdır, yüz yıl sonra kaybolmadan, unutulmadan karşımızdadır.

2021, İstiklâl Marşı’nın kabulünün 100. yılı idi. Tam bir asır önce çok zor zamanda, bir var oluş ve yok oluş mücadelesinin ortasında, İstiklâl Savaşı’nın daha neticelenmediği günlerde kaleme alınmıştı. O günden bugüne bölünüp parçalanmadan geldi, bir bütün halinde basıldı, asıldı, yazıldı, okundu, ezberlendi. Prof.Dr.İsmail Kara, merhum Âkif’in his ve fikir aleminin zirvelerinden olan şiiri “Bir Düşünce Tarihi Metni Olarak İstiklâl Marşı” kitabıyla okumaya, bu okuma üzerinden de bir milleti 100.yılında geçmişi ve geleceği üzerine yeniden düşünmeye davet ediyor.

Klasik bir soru ile başlayabilir miyiz? Nereden ve nasıl çıktı bu kitap?

  • Birçok yerden, birçok kaynaktan… Önce Âkif çalışmaları. İkinci olarak modern Türk edebiyatı ile çağdaş Türk düşüncesi bugün anlamakta zorlanacağımız kadar iç içedir. Çağdaş Türk düşüncesinin babaları yeni Türk edebiyatının da öncüleridir büyük ölçüde. Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Midhat Efendi, Âkif meselâ… Onun için bazı şiirler üzerine düşünce tarihi metinleri yazmak epeyi zamandır düşündüğüm bir şeydi.

“İstiklâl Marşı, üzerinde derinliğine düşünülmemiş, hakkında büyük metinler yazılmamış bir şiirdir” diyorsunuz. Bildiğimizi iddia ettiğimiz İstiklâl Marşı’nın üzerine düşünmemiz gereken tarafları nelerdir?

Bu bir itham değil tespit. Neticeleri itibariyle acı bir tespit ama Yediden yetmişe herkesin tahsil yıllarında karşılaştığı, düzenli olarak okuduğu, tekrarladığı, dinlediği bir metin, üstelik bir milletin İstiklâl Marşı. Ve bu şiir üzerine kayda değer metinler yazılmamış. Ne edebî olarak ne de fikrî bakımdan…İsterseniz hükmü biraz yumuşatalım; hak ettiği ve gerektiği ölçüde tanınmayan, bilinmeyen bir metin diyelim. Netice değişmeyecektir.

İSTİSNAİ BİR YERDE DURUYOR

Hangi yönleri üzerine düşüneceğiz peki?

Belki öncelikle edebî yönü üzerinde durulacaktır, şiir olması dolayısıyla. Çağdaş Türk düşüncesinin, çağdaş İslâm düşüncesinin en önemli kavramlarından birkaçını yeniden ele alması ve bir yere doğru taşıması bakımından istisnai bir yerde duruyor. Hem de Cumhuriyetin kuruluş arifesinde. Dolayısıyla hem öncesindeki birikimi ve fikrî-felsefî-dinî gelişmeleri, değişmeleri, daralmaları hem de Cumhuriyet devrindeki devamlılıkları veya köklü değişiklikleri, sapmaları takip bakımından imkânlı ve vazgeçilmez bir metin. Ben bugün için de bu imkânları içinde taşıdığını düşünüyorum.

Kitapta İstiklâl Marşı’nı “İstiklâl”, “Millet”, “Medeniyet” gibi altı kavram üzerinden şerh ediyorsunuz. “Millet”in kalıplaşamadığını, adeta bir anlamlar yumağı olduğunu görüyoruz. Millet kelimesinin doğru anlamı nedir, Âkif’in kullandığı anlam hangileridir?

  • Modern dönem için meselenin merkezi yeri şurası: Arapça’da, Farsça’da, Türkçe’de millet din üzerinden tanımlanan bir toplum ve cemiyetin, cemaatin adı. Ümmet de aşağı yukarı aynı mânâya geliyor. Bugünkü kullanımda millet dediğimize klasik kullanımda kavim deniyor. 19. yüzyılın ikinci yarısına geldiğimizde toplumları tanımlamak için kullanılan kavramlarda anlam genişlemeleri yahut daralmaları oluyor. Çünkü milliyetçilik çağındayız ve bu süreçler, batıdan akıp gelen milliyetçilik rüzgârları ve dalgaları Osmanlı Devleti’ni ve İslâm dünyasını da ciddi oranda etkilemektedir. O güne kadar Osmanlı Devleti dahil bütün büyük İslâm coğrafyalarında Müslümanlar gayrimüslimlerle, farklı ırklardan, farklı dillerden insanlarla birlikte yaşıyor. Artık bu yapı dağılmaya yüz tutuyor. Bu dağılma; kavramlar dairesini ve onların anlamlarını da etkiliyor, çatlatıyor, dağıtıyor. Batı dillerindeki nation kelimesini nasıl karşılayacaksınız yahut Osmanlıca’daki millet, ümmet, kavim, cins kelimelerini nüanslarını muhafaza ederek batı dillerine nasıl aktaracaksınız? Âkif de, Safahat ve İstiklal Marşı’ndaki millet de bu sıcak süreçlerin içinden geliyor. Milli Mücadele yıllarında ve Cumhuriyetin kurulduğu dönemde Türk milleti İslâm ve Müslümanlık üzerinden tanımlanıyordu. 1924’ten itibaren İslâmın ve Müslümanlığın paranteze alınmasıyla milletin birinci derecede ne üzerinden tanımlanıp anlaşılacağı da paranteze alınacaktır ama vâkıa hâlâ böyle idi, böyledir.

Kitapta Lozan sürecinde “İstiklâl Marşı’na ruh üfleyen mânâ ve değerler dünyasından uzaklaşma”ya başlanmasını “bazı mecburiyetler ve zaruretler”e bağlıyorsunuz. Kapalı bıraktığınız bu hususu biraz açmanızı istirham edebilir miyiz? Ya da şöyle sorsam, bu mecburiyet ve zaruretler bugün var olmaya devam ediyor mu?

Benim yorumuma göre Cumhuriyeti kuran kadro da 1923’ten itibaren din merkezli olarak yaptıklarını -buna İslâmın paranteze alınması ve baskılanması diyorum- yapmak mecburiyetinde kalacaklarını düşünmüş değillerdi. İstiklal Marşı’nın 1924’ten itibaren çok tekrarlanan ama anlamı ve ruhu üzerinde kafa yorulmayan bir metin haline gelmesinin sebebi de budur. Bugün de yerinde ve ağırlığında bir metin değildir maalesef. Kitabın yazılma amaçlarından biri de yeniden bir yerindelik ve ağırlık arayışıdır. Umarım bu bir derecede olmuştur ve okuyucular tarafından da anlaşılacaktır.

Türkiye sadede gelemiyor

Hâlâ devam ediyor mu Lozan süreci diye de sormuştum…
  • Lozan sürecinin devam ettiğinde şüphe yok bence. Türkiye hem entelektüel olarak hem de fiilen İslâmı parantezden çıkarma kapasitesine ulaşamadı yahut buna hiç niyetlenmedi. Neleri feda ederek ne alabildiğini yaşayarak gören Cumhuriyeti kuran ve 1960’lara kadar getiren kadro bunu en azından biliyordu. Ondan sonrakilerin bildiği de şüpheli. Bu sahada olanlar yani dini yükselişler gibi anlatılanlar -karşı devrim diyenler bile var, biliyorsunuz- bunlar bir kısmı normalleşme ama daha fazlası arızi veya siyasi atraksiyonlarla, uyarılmışlıklarla alâkalı gelişmeler gibi gözüküyor. Bunu kendilerini nerede ve nasıl konumlandırdıklarına, hangi dilden konuştuklarına bakarak tespit edebiliriz. Onun için bazı getirileri ve avantajları da olan çok partili hayat tersten Lozan sürecinin iyice yerleşmesi ve müesses nizam haline gelmesi olarak da yorumlanabilir. Türkiye çok partili hayatta da kendi hayâtî problemlerini değil önüne konan, daha doğrusu boca edilen konularla boğuştuğu ve bunlar üzerinden bölünmeler, kutuplaşmalar yaşadığı, bu karşıtlıklara da fikir hayatı veya siyasi mücadele dediği için sadede gelemiyor. Gücü buna yetmiyor, esas meselelere yanaşamıyor. Bunu bütün soğukluğuyla görmek lazım. Ama Türkiye’nin kendisini sağaltma imkânı ve potansiyeli her zaman var, ümit verici olan burası, mevcut durumlar değil.

Yeni marş için yeni arayışlar

Milli marşımızı zaman zaman değiştirme teşebbüsleri de olmuş. Hatta Necip Fazıl’ın Büyük Doğu şiiri bile bu arayış vakitlerinde milli marş olması için kaleme alınmış. İstiklâl Marşı günün birinde değişir mi?

  • İslâmın paranteze alınması İstiklal Marşı’nın da paranteze alınmasını gündeme getirdiği için 1924, 1925 yıllarında Ankara’da, Milli Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere resmi kurumlarda bazı yeni marş arayışları başlıyor, elimizde bu istikamette resmi yazışmalar var. Bunların yukarılardan habersiz olduğunu düşünmemizi gerektirecek haklı sebepler ve işaretler yok. Tek parti iktidarının yanında yer aldığı dönemde Necip Fazıl’ın yazdığı meşhur marş da bunun bir uzantısı. Hamdolsun demek lazım, İstiklal Marşı’nın mânası ve ruhu hemen herkes tarafından unutulmakla beraber marş olmaktan çıkmıyor, çıkarılmıyor, belki buna cesaret edilemiyor. Teferruatını bilmiyoruz. Bugün zayıf bir beste ile de olsa okunmaya, yetersiz de kalsa anlaşılmaya devam ediyor. Umalım, Âkif’in dediği gibi Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.