Babalık bir sınavdır

“Babalık bir görevdir, bir sınavdır“ diyen Prof. Dr. Dursun Ali Tökel, babalığı babasından öğrenildiğini söylüyor ve şunları dile getiriyor: “Babam, saygıyı hayatının merkezine koyan, sevginin köreltici tuzağına düşmemiş bir bilge insan idi. Bize fevkalade saygısı vardı. Bizlere sanki evlerinde yaşayan birer bilge birer evliya gibi davranırdı. Ekonomik olarak her zaman çok zor durumlarda olmamıza rağmen, bunu hissettirmemek için ne gerekirse yapardı. On iki kardeştik, müşkül şartlarda okuduk, hayatımızı idame ettirmeye çalıştık.”

Zeynep Tuba Kesimli Yeni Şafak
Dursun Ali Tökel, baba olmayı babasından öğrendiğini ve babasının anlatmadan sadece yaşayarak kendilerine örnek olduğunu söylüyor.

Kemal Sayar, Baba Olmak isimli makalesinde “Sanayileşme dönemi öncesinde babalar çocuklarıyla daha fazla vakit geçiriyor ve çocuklarına bağlılıklarını daha çok gösteriyor, hatta bunu çocukları erişkin olsalar bile devam ettiriyorlardı. Ama sanayileşme iki önemli değişimi de beraberinde getirdi; ailelerden ayrı çalışma alanları ve eşyanın değerindeki düşüş. Babalar çocuklarından ayrılırken, anneler de çocuklarının bakımını üstlenerek aileye destek oldular.” diyor. Aile kavramını anneler ve annelik üzerinden okumaya alıştığımız, evin pek çok yükünü annelerin üzerine boca ettiğimiz ve babaları çocukların eğitiminden, ailenin otoritesinden soyutlamaya başlayıp yalnızca evin iaşesinden sorumlu bir figür konumuna getirdiğimiz bir dönemde, babaları hatırlamanın anlamlı olduğunu düşünerek yeni bir röportaj serisine başladık. Deneyimli babalardan hem babalarıyla hem de evlatlarıyla olan ilişkilerini dinlemenin hepimize ilham olacağını düşündük. Bu serideki ilk konuğumuz Prof. Dr. Dursun Ali Tökel Hocamız. Kendisinden tanıdığım en bilge insan dediği babasını, ona dair hatıralarını ve evlatlarıyla nasıl bir bağ kurduğunu dinledik.

-TDK Türkçe Sözlük’te baba “Çocuğu olan erkek, peder” olarak tanımlanıyor. Sizde “baba”nın karşılığı nedir?

Baba, iyi bir insan olarak yetiştirmesi için, kendisi ve eşi aracılığıyla, Allah’ın kendisine bir veya birkaç çocuk emanet ettiği yetişkindir. Babalık ne bir lütuftur ne de bir cezadır. Babalık bir görevdir, bir sınavdır. Her şeyde olduğu gibi onun da nimetleri ve külfetleri var. İnsanın bir şeyi hakkıyla anlayabilmesi için o şeye karşı belli bir mesafede durması gerekir. Mesafe iyi ayarlanamadığında kişi karşıdaki nesneyi asla tam anlamıyla kavrayamayacaktır. Bir babanın çocuklarına karşı tavrı da aynen böyle olmalıdır. Mesafeleri ayarlamanın, duygu anlamında en ideal formu saygıdır. Mesafeleri kaldıran ve insanı körleştiren en etkin duygu ise sevgidir. Kısaca baba, saygıyı öncelemesi sevgiyi ise çok dikkatli bir dozda kullanması gereken insandır.

BABAM SAYGIYI HAYATININ MERKEZİNE KOYMUŞTU

-Babanız için “tanıdığım en bilge insan” diyorsunuz. Babanız nasıl biriydi? Nasıl bir ilişkiniz vardı?

  • Babam, saygıyı hayatının merkezine koyan, sevginin köreltici tuzağına düşmemiş bir bilge insan idi. Bize fevkalade saygısı vardı. Bizlere sanki evlerinde yaşayan bilge birer evliya gibi davranırdı. Ekonomik olarak her zaman çok zor durumlarda olmamıza rağmen, bunu hissettirmemek için ne gerekirse yapardı. On iki kardeştik, müşkül şartlarda okuduk, hayatımızı idame ettirmeye çalıştık. Ben babamın bir defa olsun, bırakın çocuklarını dövdüğünü, vurduğunu, bağırdığını hatırlamıyorum. Modern psikologlar diyorlar ki: “Çocuklar ana babasını dinlemez, izler.” Modern psikologlar, bu ve buna benzer ideal baba anlamında her ne diyorlarsa ve hatta bundan sonra da diyeceklerse ben bunların hepsini babamdan ziyadesiyle gördüm, yaşadım.

BABAM ANLATMAZ YAŞARDI

Babam, dini eğitimin yasak ve öcü gibi görüldüğü zamanlarda kaçak-göçek bu eğitimi alabilmiş, dini ilimlere fevkalade vakıf biri idi. Dolayısıyla insan denen varlığın “ne”liği üzerine bilhassa tasavvufun geliştirdiği bütün anlama ve çözme vasıtalarını yakinen biliyordu. Yoksa, insanın, bunca erdemi onca zorluk içinde taşıması bence akıl alır gibi değil. Akşam eve geldiğinde sessizce yemeğini yer ve sonra bir köşeye çekilir muhakkak kitap okurdu. Çocukluğumun başlangıç yıllarında babam köylerde fahri imamlık yapıyordu. Bu yüzden sürekli o köyden bu köye taşınıp duruyorduk. Köyler de dâhil, ben evimizin kütüphanesiz bir hâlini hiç hatırlamıyorum. O hemen hemen hiç anlatmazdı ama mükemmel yaşardı. Fakr u zaruretin belini yaya çevirdiği insanlarda bu erdemleri taşımak o bele nasıl bir yük yükler, tartışmaya gerek yok. Ama hayatın hiçbir zorluğu bu insanları çileden çıkaramazdı.

-Dedeniz Kurtuluş Savaşı’nda şehit düşmüş ve bir babanın varlığını tecrübe edemeden yalnız büyümek durumunda kalmış. Babalığın annelikten farklı olarak öğrenilen bir süreç olduğu söylenir. Sizce babanız, önünde bir baba örneği olmadan bunu yapmayı nasıl başardı ve sizde bu süreç nasıl ilerledi?

  • Evet, babam babasını tanımıyor ama bu dünyada babalık nedir ve nasıl yapılır, insanlık nedir’i anlatan o kadar eser okumuş, o kadar insanla tanışmış ki, somut anlamda bir babaya ihtiyaç duymamış. Bir de şu var ki mitlerde, destanlarda bütün kahramanlar babasız insanlardır. Babası olan kahraman olamaz. Onlar hayatı acı tecrübelerle yaşıyorlar ve olunması gereken hâli bizzat tecrübe ediyorlar. Ben babalığı babamdan öğrendim ve onun kadarını ifa edemesem de mümkün olduğu kadarıyla uygulamaya gayret sarf ediyorum.

-“Bir gün babamla şöyle bir şey yaşamıştık ve onu hiç unutamıyorum” dediğiniz bir hatıranız var mı?

Bir gün babamla bir köyden şehre gitmek üzere yaya olarak yola çıkmıştık. Köy içi yollardan geçerken yol bir ara iyice daraldı, bir evin önünden geçmek zorundaydık. Evin kapısında, tam da yolun kıyısında kocaman bir köpek gördüm ve hâliyle korktum. Babam yürümemizi söyledi, köpeği işaret ettim ama o aldırmadı. Tam öğle vaktiydi ve hava da çok sıcaktı. Köpek bir ara bizi gördü ve gözünü açmaya çalıştı, ama sıcaktan o kadar mayışmıştı ki ne kafasını kaldıracak hâli vardı ne de gözünü açacak mecali. Fakat kendini bir hayli zorlayarak kafasını güç bela kaldırdı ve cılız bir “heeev!” çıktı ağzından. O koca hayvana bu cılız “heevvv!”i yakıştıramadım ve güldüm. Sonra dedim ki babama: “Kafasını kaldıracak gücü yok hâlâ havlamaya çalışıyor, yat gitsin işte!” Babam o zaman, şu an bile tamı tamına hatırladığım şu hikmetli sözleri söyledi bana: “O köpeği, bu kapıda havlasın da gelen gidenden ev sahibini haberdar etsin diye besliyorlar. Eğer havlamasaydı yaratılışa aykırı davranmış ve vazifesini yapmamış olurdu.” Bu söz beni çok etkiledi; evet herkes ne yapıyorsa yaratılışına uygun yapıyor.

ÇOCUKLARIMI HOCALARIM GİBİ GÖRDÜM

-Çocuklarınızla ilişkiniz nasıl? Bir baba olarak onlardan neler öğrendiniz?

Çocuklarımla sevgiden ziyade saygı çerçevesinde kalmaya çalıştım; en küçük hâllerinden bugüne değin, hep böyle oldu. Çocuklar ruhlar âleminden daha yeni geldiler ve onlar hakikate bizden çok daha yakınlar. Onlara öğretecek bir şeyimiz yok ama onlardan öğrenecek çok şey var. Çocuklarıma evimde birer evliya varmış gibi davranmayı yeğledim. Onları, kendilerinden her zaman bir şeyler öğreneceğim hocalarım gibi gördüm. Eşim de aynen benim gibidir; bu bakımdan hamdolsun eşit fikirdeyiz. Çocuğu eğer çocuk değil de bir insan olarak hem de bilge insan olarak görüyorsanız onlardan çok şeyler öğreniyorsunuz.

ANNE, BABALARIN GÖREVİ ÖĞRETMEK DEĞİL HATIRLATMAKTIR

-Deneyimli bir baba olarak hâlâ acemi hissettiğiniz bir konu var mı? Çocuklarınız yaş aldıkça babalığınızın da dönüştüğünü hissediyor musunuz?

  • Batı kültürünün dediği gibi insan yavrusu “tabula rasa” yani “kafası boş bir levha” olarak doğmaz. Onlar çocuğu böyle görüyor ve kendilerinin bu boş levhayı doldurduklarını iddia ediyorlar. Oysa bizde, bilhassa tasavvufun hakikatine istinaden söylüyorum, insan yavrusu yani çocuk, boş bir levha olarak değil, aksine her şeyi bilerek doğar. Anne babaların ve eğitim kademelerinin yaptığı şey öğretmek değil, hatırlatmaktır. Ne zaman bu ilkeyi unuttuysak anne babalık da eğitim de bir faciaya dönüştü. Ben çocuklarıma ne kadar hatırlatıyorsam çocuklarım da bana o kadar ve hatta daha fazlasını hatırlatıyorlar. Babalığın profesyonelliği olmuyor, hep dönüşüyoruz, hep amatörüz, zira hatırlatmak ve sürekli hatırlatılmak zorundayız. Çünkü eksiğiz, noksanız ve daha iyi olmak için durmaksızın öğrenmeye, bilmeye ihtiyacımız var. Biz çocuklarımızı yetiştirdikçe çocuklarımız da bizi daha fazla adam ediyorlar.

VARKEN YOK OLACAĞIZ

-Sizce bir babanın evladına yapabileceği en iyi şey nedir?

Yok olmaktır. Dersinde, kıyafetinde, gezmesinde, odasında, yemesinde, içmesinde, arkadaşlarında, çalışmasında, geleceğinde, neyi okuyacağında, ne işi yapacağında, nerede ve nasıl oturacağında Çocuğun hemen her anında, çivinin başına dikilmiş bir çekiç gibi hazır bekleyen bir baba çocuğuna en büyük kötülüğü yapıyor demektir. Duvar karşımızda durur ve aşırı görüngendir, bizi engeller. Köprü ise mütevazıca durur ve bizi karşıya ulaştırır. Duvar değil köprü bir baba olmaktan bahsediyorum.

-Evlatlarınıza sizden hangi özellik miras kalsın istersiniz?

Ben babamın babalığından fevkalade memnundum ve bunu bütün insanlığa önerebilirim. Kendim de onu esas alarak, eksiği gediğiyle bir babalık yapmaya çalışıyorum. Umarım çocuklarım da bizim babalık yanlarımızın güzel yanlarını alarak bu büyük mirası edinir ve çocuklarına uygulayabilirler.

İslam’a aç bir millete tercüman oldu