Paul Celan’ın bitmeyen hesabı

Paul Celan’ın “Sesler, İşitin Bizi De” adlı kitabı Everest Yayınları tarafından okurla buluşturuldu. Cem Yavuz’un çevirip notlandırdığı eserin en büyük başarısı, bu önemli şaire yönelik yeni bir ilgi, dikkat ve merak oluşturmasıdır.

Ömer Yalçınova Yeni Şafak
Paul Celan

Sanırım Kitap-lık dergisinin 2002’de çıkan bir sayısındaydı. Paul Celan’ın “Ölümfügü” şiirinin iki ayrı çevirisi birlikte yayımlanmıştı. Her iki şiiri de karşıma çıkan herkese okuyor, tepkilerini ölçmeye çalışıyordum. Çünkü ben çok etkilenmiştim. Sonrasında Paul Celan’ın bütün şiirlerinin peşine düşmüştüm. Önce Ahmet Cemal, Ahmet Necdet ve Gertrude Durusoy’un çevirilerinden Paul Celan okumaya çalıştım. Sonra Oruç Aruoba’nın… Olmadı. Bir türlü “Ölümfügü”nden aldığım tadı, diğer şiir çevirilerinden alamadım. Ve pes ettim. Bu yüzden olsa gerek, Malina romanını beğenerek okumama rağmen Ingeborg Bachmann’la Celan’ın yazışmaları ilgimi çekmemişti. Aynı sebepten Wolfgang Emmerich’in Paul Celan biyografisini gördüğümde heyecanlanmamıştım. Ahmet Sarı neden Celan üzere kitap çapında çalışma yapmıştı, yine aynı sebepten olsa gerek anlamamıştım. Martin Heidegger merakıma rağmen, 2021’de çıkan, James K. Lyon’un Tedirgin Sohbet’ine de üstünkörü bakıp geçmiştim. Sanırım Naziler’in kadrine uğradığı için Paul Celan bu kadar abartılıyor diye düşünmüş olmalıyım. Üstelik, şair 50 yaşında intihar etmiş.

Bence Cem Yavuz’un çevirip notlandırdığı, Sesler, İşitin Bizi De’nin en büyük başarısı, Paul Celan’a yönelik yeni bir ilgi, dikkat ve merak oluşturmasıdır. Bende öyle oldu. Ben Sesler, İşitin Bizi De’yi okuduktan sonra, aslında Paul Celan hakkında hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. Daha da önemlisi, yıllar önce okuduğum “Ölümfügü” şiirinin, aslında Paul Celan şiirine henüz bir giriş bile olmadığını fark ettim. Ve hemen ilk paragrafta ismini saydığım kitapları edindim. Bu arada Cem Yavuz bir güzellik daha yapıp, Paul Celan’ın düzyazılarını da çevirmiş ve Karşılaşmalar ismiyle yayımlamış, onu da görmüş oldum. Özellikle Tedirgin Sohbet’i okuduğumda, Paul Celan şiiri üzerinde toplanan bulutların hafif de olsa dağıldığını görmek mümkün. Bu aydınlanma, Ahmet Sarı’nın Şairaneliğin Karanlığından kitabını okuyunca da gerçekleşiyor. Yine de, Paul Celan’ın özellikle son beş kitabında yer alan şiirler, bütünüyle çözülemiyor. Ama bu şiirler birkaç kez ısrarla okunduğunda, şairin aslında tam bir aydınlanmadan, netleşmeden yana olmadığı da fark ediliyor. Diğer ifadeyle zaten şair, bu şiirlerin, bu şekilde müphem kalmasını yeğlemiş.

İKİ TÜR OKUYUCU

Öyleyse şöyle söylenebilir: İki tür Paul Celan okuyucusu vardır. Birincisi, onun diğerlerine göre daha anlaşılır olan ilk dört kitabının okuyucusu. İkincisiyse, şifrelenmiş, yapısöküm, çözümleme veya yorumlama yapılmadan, tek taşının kımıldatılamayacağı son beş kitabının okuyucusu. Ben birinci okuyucu tipindenim. Çetin, anlaşılması güç, belki de imkânsız ama yine de yoruma uygun olan şiirlerle uğraşmayı sevenler içinse, ikinci tür kitapları, bulunmaz bir nimet. Böyle söylüyorum ama ilk dört kitabındaki şiirlerin de, mesela bir Nazım Hikmet veya bir Orhan Veli şiiri gibi açık seçik olduğu anlamına gelmiyor bu. Paul Celan en başından itibaren şiirlerini, Ahmet Sarı’nın ifadesiyle “gölgeli dil”le yazmış. Bu belirsizlik, anlamakta güçlük doğuran yönünü Cem Yavuz, Celan’ın “objective correlative” ve “neolojizm” yordamıyla şiir yazmasına bağlıyor. Çok uzak çağrışımlar, birbirine pamuk ipliğiyle bağlı ifadeler, anlamına belki Tevrat okuduğumuzda bile vakıf olamayacağımız göndermeler, farklı kelime ve mısra tertipleri, kendi üzerine kapanan bir dünya ve felsefeyle yapılan diyaloglar, hatta yeni kelime icatları Celan’ın anlaşılması güç, çetin ceviz dediğimiz şiirleri Solukdönümü, Lifgüneşler, Işıkzoru, Karparçası ve Zamanaylası isimli kitaplarında toplanmış.

Aradaki farkı göstermek için, iki farklı alıntı yapalım. Diğerine kıyasla açık dediğimiz şu iki mısra şairin ilk kitabından: “Ey yağmur bulutu, salınıp duruyor musun başında kuyuların./Ağlıyor ürkek annem hâline tüm insanların.” Şu iki mısra ise Lifgüneşler kitabından: “ey kocakarı, götür akıntı boyunca beni./Aydınlatsın yolu, kirpiklerinin alevi.” Tabi şiirde bunlardan başka mısra olsaydı, belki o zaman tahminlerde bulunup, yorum yapılabilirdik. Ama bu iki mısradan oluşuyor şiir. Başlığı ise: “Sükunet”. Bu şiir, önü ve ardı, sağı ve solu, altı ve üstü olmayan, tek bir imgeden oluşuyor. Hangi duyguya binaen söylendiği veya söyleneceği ise, okuyucuya kalmıştır. Celan son kitaplarında bu şekilde, oluşturduğu imgeyi, bağlamından kopararak okuyucunun önüne koyuyor. Bu yönüyle Celan şiiriyle Ece Ayhan’ın Ortodoksluklar’ı arasında bağlantı kurulabilir.

Bu kitapları Celan art arda yazıyor ve yayımlıyor. Bilinçli bir seçim ve hareket… Şunu da hemen belirtmeden geçmeyeyim, bu kitaplardaki şiirler mesela yine anlaşılması güç Lautréamont veya Mallarmé şiirine de benzemiyor. Belki tersinden düşünülürse, Ezra Pound’un yine anlaşılmazlığıyla meşhur Kantolar’ına benzetilebilir. Şu farkla, Pound ifadeyi çoğalttıkça çoğaltmış, Celan “asli dil”e ulaşma çabasından belki de olabildiğince sadeleştirip, azaltmaya çalışmış. Celan şiirinde çağına yönelik tepki ve cevap “sükut”ken, Pound şiirinde, bütün dünyayı içine alacak bir kalabalığa/karışıklığa ulaşmaktır. Fakat sonuç değişmemiş: İkisinde de, uzak çağrışım, kendi üzerine kapanan bir dünya ve felsefeyle yapılan diyalog gibi özellikler ağır basmış.

Celan’ın Haşhaşçiçeği ve Hatıralar, Eşikten Eşiğe, Dilkafes ve Hiçkimsenin Gülü isimli ilk dört kitabıysa, buluşçu, orijinal söyleyişler yakalamış, lirik tonu ayarlı şiirlere meraklı okuyucular için, tekrar tekrar okunacak cinsten. Bu kitaplar için, daha az felsefe, daha çok hayat diyebiliriz. Diğer gruptaki kitaplar içinse, daha çok felsefe, daha az hayat. Yanlış hatırlamıyorsam, Bachmann’ın ilk şiir kitapları da öyleydi: Daha çok hayat, daha az felsefe. Son kitapları ise, daha fazla felsefe, daha az hayat. İki şairin de, Heidegger felsefesi karşısında, hayatlarını yitirdiklerini, dolayısıyla sanatlarındaki yaşanmışlık yönünü kaybettiklerini söylesek, aşırı bir yorumda mı bulunmuş oluruz, bilemiyorum. Fakat her iki şair de, ne kadar felsefeyle haşir neşir olmuşlarsa, o kadar şiirlerinde soyutun da soyutuna kaymışlar diyebiliriz.

Belki Cem Yavuz ve Ahmet Sarı gibi Celan uzmanları katılmayacaktır ama yazımı ben Celan’ın neden son beş kitabında böyle kendi üzerine kapanan, buna rağmen okunduğunda, belki de içerdikleri üstün müzikalite nedeniyle tat veren şiirler yazdığına dair fikrimi söyleyerek noktalamak istiyorum. Celan, İngilizce ve Fransızca bilmesine rağmen Almanca şiir yazmaktan vazgeçmemiş. Bunun sebebi, bence Celan’ın Almanca’yla olan hesabının bitmemesidir. Bu hesaplaşma, son beş kitabında, “sükut” noktasına varan, kapalı şiirlerle yapılmıştır. Onun “Naziler eliyle kirletilmiş” Almancaya, Nazi partisine üye Heidegger’e, annesini ve akrabaları katleden Nazi Almanya’sına cevabı, “Sizinle benim konuşacak hiçbir şeyim olamaz,” demeye gelen şiirleriydi.