Rasim Özdenören ile sinema muhabbeti

Rasim Özdenören’in düşünce dünyasını ve Anadolu kültürüne katkısını yorumlarken sinemayı dışarıda bırakmak mümkün değil. İyi bir sinema izleyicisi idi. En son birkaç yıl önce bir belgesel için bize evini açtığında da konu sinemaya gelmişti ve uzun uzun konuşmuştuk. Bu sohbetten aktarılması gerekenler var.

Abdulhamit Güler Yeni Şafak
Rasim Özdenören

Anadolu kültürünün son dönem taşıyıcı isimlerinden olan Rasim Özdenören’i geçtiğimiz günlerde Hakk’a uğurladık. Edebiyatımızın önemli isimlerindendi. Özellikle Yedi Güzel Adam ifadesi ile bilinen akım içindeydi. Ve o Yedi Güzel Adam’ın sonuncusu idi. Şimdi edebiyatını ve düşünce dünyamıza katkısını yeniden yorumlama ve değerlendirme zamanı.

Rasim Özdenören’in düşünce dünyasını ve Anadolu kültürüne katkısını yorumlarken sinemayı dışarıda bırakmak mümkün değil. Sanatın en kadim dallarından olan edebiyatta ustalığı malum olan Özdenören iyi bir sinema izleyicisi idi. Kendisi ile yapmış olduğum birkaç mülakatta mutlaka sinema başlığı açıp kendisinden hatıralarını dinlemişliğim vardı. En son birkaç yıl önce bir belgesel için bize evni açtığında da konusinemaya gelmişti ve uzun uzun konuşmuştuk.

Kendi kuşağının sinema ile bağını da kendisinden sonraki kuşağın ve egemn kültürün sinema eliyle elde ettiği etki alanını da sıkça vurgulardı. Sinemanın kesinlikle bir manipülasyon işlevi gördüğüne inanırdı. Amerikan kültürünün dünyaya yayılmasında ve toplumların dönüşmesinde sinemanın rolünün çok baskın olduğunu söylerdi.

“ÇOCUKLAR SİNEMAYA GÖNDERİLMEZDİ”

Sinemanın Anadolu insanı nazarında nerede durduğuna dair sohbetimizde kendi çocukluğundan da söz etmişti. Cumhuriyetin ilk yıllarına uzanan çocukluğunda resmi ideolojinin baskıcı tutumunun tepkisel yansıması olarak sinemaya karşı özellikle dindar halkın uzak durmaya çalıştığını söylemişti. Notlarımın arasında şu ifadeleri yer alıyor: “Çocuklar aslında sinemaya gönderilmek istenmezdi. Bizim ailemiz o açıdan biraz daha rahattı, bizim sıkıntımız yoktu. Komşularımızın çocukları baya sıkıntı çekerlerdi. Aileleri sinemaya göndermek istemezdi.”

“SİNEMA AHLAK BOZUCU GÖRÜLÜRDÜ”

Rasim Özdenören’in çocukluk ve ilk gençlik yıllarına rast gelen 1950’li ve 1960’lı yıllar, Türk Sinemasının da kendini yeniden tanımladığı ve var olma emaresi gösterdiği yıllardı. 50’lerle birlikte Metin Erksan, Halit Refiğ, Lütfi Ömer Akad gibi öncü isimlerin çabalarıyla sinemamız yerli dokularla tanışsa da diğer tarafdan endüstriyel sinemanın tavrı Anadolu insanının hoşuna gitmedi. Zira 60 ve özellikle 70’lerle birlikte ‘sakıncalı filmler’ olarak nitelendirilen erotik film furyası vardı. Bu dönemin hemen öncesi ve sırasında gençliğini yaşayan Rasim Özdenören, ticari sinemanın bu manzarasından ötürü sinemanın ahlak bozucu yapısı olduğu düşünüldüğünü söylemişti. Notlarımı şöyle aktarayım:

  • “Halk arasında da sinema ahlak bozucu bir unsur olarak görülürdü. İnsanların ahlakını bozuyor, geleneklerini zedeliyordu. Bunda bir haklılık payı var mı, elbette var. Bugün şayet dünya çapında Amerikan kültürünün bir etkisi varsa bu etkide Amerikan sinemasının payını aramak lazım.”

“SİNEMA, ABD KÜLTÜRÜNÜ TAŞIDI”

Görüldüğü üzere dünya sinema sektörünün hakimi, çift kutuplu dünyanın soğu savaş sürecinde şatafatlı tarafı ABD’nin en önemli silahlarından birinin Hollywood olduğunu düşünüyordu, Rasim Özdenören. Televizyon ile sinemanın bir dönem birlikte ele alındığı süreçte Rasim Özdenören, bu iki alanın da çok önemli olduğunun da altını çiziyordu. Amerikan hegemonyasının aracı olması, sinemanın terk edilmesi gerektiği anlamına gelmiyordu. İzleyicinin de üreticinin de yayıncının da sinemada karar kılması ve temiz bir şekilde var olmasının zaruretine inanıyordu. “Televizyon ve sinema sadece yapımlarla filmleriyle girmiyor bir ülkeye. Kültürüyle, yaşantısıyla giriyor.” diyen Özdenören, bununla birlikte hassasiyet gözeterek özellikle dindar kesimin sinema ile bağının kopmaması gerektiğini söylüyordu.

Kendisiyle sohbetimizde dünya sinemasından örneklerden de bahsetmişti. Andrei Tarkovsky, Ingmar Bergman gibi yönetmenlerin isimlerini saymıştı. Eserleri de uyarlandı. Çok Sesli Bir Ölüm, dizi tarihinin en ilginç uyarlamalarından biriydi.

Çözülme de Rasim Özdenören’in eserinden uyarlanan bir dizi idi.

DOSTOYEVSKİ İLE SİNEMADA TANIŞIR

Rasim Özdenören’in Ali Haydar Haksal’a çok önceleri verdiği bir mülakatta sarf ettiği sözleri de hatırlamak gerekir. Öyküye başlamasının sebebinin sinema olduğunu söyler. Zira lise yıllarından sınıfta kalmamak için çalışması gerekirken, yakın arkadaşı şair Erdem Bayazıt’ın sinemaya gitme ısrarı üzerine Dostoyevski’nin eserinden uyarlanan Beyaz Geceler filmini izlerler. Özdenören, “filmi böyleyse romanı nasıldır” diyerek hayranlıkla Dostoyevski okumaya başlar. Ve kendi ifadesiyle ölene kadar da devam eden bir süreç başlar.

Esasında hepimizin olduğu gibi Rasim Özdenören’in de hayatında sinema müstesna bir yer tutuyor. Zira insanı, ülkesi, toprağı için düşünen ve çabalayan herkesin, modern zamanın en güçlü aktörlerinden olan sinema üzerine düşünmesi, sinemayı yakından takip etmesi gerekiyor. Özdenören de bunun hakkını vermiş, sinemaya dair yaşanmışlıklar ve yorumlar bırakarak aramızdan ayrılmıştır. Umarım Özdenören’in hayatını, eserlerini ve yorumlarını göreceğimiz nice filmler izleriz.

Rasim Özdenören'in daha yazacak çok şeyi vardı

Türk edebiyatının usta kalemi ve Yeni Şafak yazarı Rasim Özdenören Hakk'a yürüdü