Şiir konforsuz bir alan

Merve Akbaş Yeni Şafak
Can Acer.

Can Acer’in şiir, öykü ve yazıları Fayrap, İtibar, Post Öykü, Cins, Şiir Versus, Karabatak, Hece, Öykü Gazetesi, Çevrimdışı İstanbul, Türk Dili, Mahalle Mektebi dergilerinde yayınlandı. İlk kitabı olan Demirin Demiri Kesme Sesi’yle Necip Fazıl İlk Eserler Ödülü’ne layık görüldü. İlk kitap heyecanını aktaran Acer, şiirlerini bilgisayarda yazdığını söyleyerek ekliyor: “Şiir zaten konforsuz bir alan. Konfor alanını bir de defter kullanmanın meşakkatiyle daraltmak istemem.”

İlk eseriniz yayınlandığında neler hissettiniz?

Semih kaplanoğlu’nun Süt filminde bir sahne var. Karakter şiirinin dergide yayımlandığını görünce sokağa çıkıyor, kafasını geriye atıp küçük bir çığlıkla koşuyor. Böyle yoğun bir duyguyu kitabım yayımlandığında hissetmedim. Kayıtsızlık hissi daha baskındı. Yedi yıldır metin yayımlıyordum ve dergilerde de olsa bir tatmine ulaşmıştım. Gelişen bir şeyin doğal bir sonucu gibiydi. Heyecan uyandırmadı bende. Ama dergide ilk kez bir şiirim çıktığında büyük bir heyecan duyduğumu hatırlıyorum. Mayısın biriydi. Ankara’da 1 Mayıslar gergin geçiyor. Polislerin ve eylemcilerin arasından Turhan Kitabevi’ne gidip dergiyi aldım. Yayımlanacağını önceden editör söylemişti. Hızlıca çevirmeye başladım sayfaları. Şiir sondaydı. Sayfaları çevirirken düşündüm herhalde basmadı diye. O yarım dakika bana çok uzun gelmişti.

Kitabınızı elinize alınca ilk olarak ne yaptınız?

Okumaya başladım. Basım sürecinde bir hata olmuş mu diye kontrol ettim.

Kitabınızı ilk kime imzaladınız?

Ailem yanımdaydı kargo bana ulaştığında. Babama imzaladım. Kendi imzasıyla. Hâlâ kitap imzalarken onun imzasını kullanıyorum, benimki çirkin.

BAŞLANGIÇ BİLGİSİNİN OLMADIĞI YERDE MİTLER ORTAYA ÇIKAR

Yazmaya nasıl başladınız?

Başlangıç hikâyeleri hepimizin ilgisini çekiyor çünkü nasıl başladı sorusu hayatın en gizemli, elimizde tatmin edici bir cevap için en az bilginin olduğu soru. Varlığın başlangıç hikâyesini bilmiyoruz. Maddeden canlılığın nasıl ortaya çıkabileceğini bilmiyoruz. İnsanın varlık sahnesine çıkışını tatmin edici bir kesinlikle takip edemiyoruz. Kendi kişisel hikâyemizde de bu böyle. Mesela bilincimizin uyandığı anı ya da kadınlık ve erkeklik farkındalığımızın başlangıcını bilmiyoruz. Başlangıç bilgisinin olmadığı yerde mitler ortaya çıkar. Yaratılış mitleri gibi. İnsanlar mevcut olmanın hikâyesini bilemiyorlar ve o başlangıcı mitleştiriyorlar mesela. Bu tavrı ben pek çok şairde de görüyorum. Kendi başlangıç mitlerini kuruyorlar. Çoğunun anlattığı şiire başlama hikâyesine baktığımızda sinematografik sahneler görüyoruz. Bilinçle tecrübe ettikleri bir kırılma durumu var anlattıklarında. Ben şiire başlamamda böyle bir kırılma anını hatırlayamasam da ilgimin nasıl derinleştiğini hatırlıyorum. Lisede okul kütüphanesinden Zühal Tekkanat’ın hazırladığı Papirüs Şiirleri Antolojisi’ni okumuştum. Orada Cemal Süreya, Turgut Uyar, İsmet Özel, Zarifoğlu, Dağlarca, Eloğlu gibi isimler vardı. Her birinden birkaç şiir olsa da bu kadar büyük ismi art arda okumak şiirin ciddiyetini fark etmemi ve o dünyaya girmemi kolaylaştırdı.

Gece mi yazarsınız, gündüz mü?

Çoğunlukla gece yazıyorum. Gündüz yazdığımdaysa yürümek gibi rutin ama ritmik bir eylem yaparken şiire yoğunlaşmış buluyorum kendimi. Gece bilinçli bir şekilde oturuyorum şiire ama bu gündüz yazmaları kendiliğinden gelişiyor.

Defter mi, bilgisayar mı?

Bilgisayarda yazıyorum. Şiir zaten konforsuz bir alan. Konfor alanını bir de defter kullanmanın meşakkatiyle daraltmak istemem.