Logo... Yazarlar...

Af ve adli hatalar

Ahmet TAŞGETİREN

A f yasası Cumhurbaşkanınca veto edildi. Şimdi Meclis yasayı yeniden görüşecek ve muhtemel ki, veto gerekçeleri istikametinde düzeltmeler yapacak. Biz burada, henüz hiç gündeme gelmeyen, ancak gerçekte acil olarak hiç olmazsa bir af yasasıyla düzeltilmesi gereken adli hatalara temas etmek istiyoruz.

Askerî müdahalelerin ardından gelen "Özel dönem"ler, yargıya da "özel görev"ler yüklüyor ve adalet sakatlanıyor.

"Demokrasiye balans ayarları" ile başlayan ve "postmodern bir darbe" diye nitelenen 28 Şubat böyle bir süreç yaşattı Türkiye'ye... "İç düşman" değerlendirmeleri istikametinde yargı adamlarına özel misyon yüklendi, kimi yasalar özel vurgular kazandı...

Aynı süreç içinde, kendisi de bir süre Adalet Bakanlığı görevini üstlenen Oltan Sungurlu, Kanal 7'ye yaptığı açıklamada, "bazı ceza yasası maddelerinin bu dönemde yargıçlar tarafından şiddetle uygulandığı"nı söyledi. Bakan, "Bir siyasetçi hakkında, çok basit bir yasa ihlali için 146'ıncı maddeden dava açıldığını" belirtti.

İşte asıl sancı burada...

Acaba "balans ayarı" na denk düşmese ve İsrail'le ilişkilerin balayı dönemiyle buluşmasaydı, senelerdir Sincan'da yapılmakta olan Kudüs Gecesi, bir kıyamete yol açar, ve bunun sonunda, gazeteci Nureddin Şirin, sadece evinde birkaç afiş bulundu ve kendisi Hizbullah'ın İsrail'e karşı verdiği mücadeleyi övdü diye, Türkiye'de mevcut olmadığı istihbarat raporları ile belgelenen Hizbullah Örgütünün "sair efradı olmak"tan 17.5 yıl hapse mahkûm olur muydu?

Nureddin Şirin hâlâ hapiste ve af tartışmaları içinde ismi bile geçmiyor. Çünkü "terör suçlusu" sayılıyor...

312'nin, "özel dönem"de "özel misyon" yüklenen yasalardan biri olduğunu artık herkes biliyor. 312'nin uygulama mantığı, "madem ki 141-142, 163 yok, öyleyse bunların yerini 312 doldursun" şeklindedir. 312 dün, çok sınırlı ölçüde kullanılırken, birdenbire, "maymuncuk kanun" haline geliveriyor. Bu mantık, adaleti etkilemeye başlayınca, özel dönemin sakıncalı isimleri de peşpeşe biçilmeye başlanıyor. Şiir okuyan da biçiliyor, özel dönemdeki baskıları protesto eden de... Öyle ki sadece başörtüsü takmak, yorumlana yorumlana, "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme" yani "bölücülük" kapsamına alınabiliyor. Bu yaklaşım içinde adaletin gerçekleştiği düşünülebilir mi?

Oltan Sungurlu'nun söylediği bir şey daha var. Diyor ki sayın Bakan: "312'nin kaldırılmasının da çare olmadığını düşünüyorum. Çünkü o zaman da, onun yerine başka ve daha büyük cezalar öngören bir kanun ikame edilecektir."

Bakan'ın işaret ettiği madde "Anayasayı tebdil, tağyir veya ilgaya teşebbüs etmek" ten dolayı idamı öngören 146'ıncı maddedir.

Demek ki 312 olmasa, özel misyon146'ya yüklenecek ve şimdi 312 ile yükselen ceza merdiveni idama doğru tırmanacak.

Diyelim, başörtüsüne yönelik yasakları protesto için yapılan bir gösteri hakkında, "toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet"ten, "halkı kin ve düşmanlığa tahrik"e, oradan da "Anayasayı tebdil, tağyir veya ilga"ya uzanan bir yorum salıncağı... Tecili mümkün bir yıllık hapisten, idama kadar uzanan bir yorum alanı...

Bu örneği şu an yaşıyor Türkiye...

Adalet kendi asli vasfı olan sükûnet ortamını bulduğunda asgari cezalarla yetiniyor, "ibret olsun" mantığına zorlandığı zaman "idam"lı maddeleri hatırlıyor...

"Atatürke Hakaret"i öngören maddenin af kapsamı dışında tutulmasının henüz yanına bile yaklaşılmıyor. Hukuk sistemi içinde böyle bir madde bulunmasının tartışılması ayrı, ama, inceleyin bakalım bu madde ne kadar objektif uygulanıyor... Hele özel dönemlerde? Eleştiri ile hakaretin arası nasıl ayrılıyor? Kimi zaman eleştiri bile olmayan sözler, ihbar furyası ve medya baskısı altında nasıl suç ilmeği haline gelip, boynunuza geçiyor...

Refah Partisinin kapatılması salt adaletin gereği miydi? Yoksa "özel dönem"in "özel adalet uygulaması"nın sonucu mu?

Başörtülü öğrenci ve kamu görevlileri ile ilgili cezalandırmalar, salt hukuk kaygısının ürünü müydü?

Gerçek şu: Özel dönem, Türkiye'yi adalet alanında yoğun kuşkular içine itti. İnsanları adalet dışı özel uygulamalarla karşı karşıya kaldığı kanaatine sevketti. Türkiye, ülkeye barış iklimi taşıyacak bir af düzenlemesini gündeme alacaksa, bu özel dönemin adli yaralarını sarmayı da amaçlamalıdır.

Nureddin Şirin dosyasını görmeden çıkarılacak bir af yasasının, hiçbir şekilde yaraları saramayacağını belirtmek istiyorum.

Başörtülü öğrenci ve kamu görevlilerini şantajla karşı karşıya bırakacak bir düzenleme kesinlikle barış amaçlı bir af olarak algılanmayacaktır...

"Atatürk'e hakaret" suçlaması ile mahkum olan fikir adamlarını cezaevinde tutacak veya cezaevine tıkacak bir yaklaşım, barış amaçlı bir yaklaşım olmayacaktır...

Türkiye, af arayışında öncelikle toplumsal barışa karar vermelidir... Ve öncelikle adaleti, "özel dönem" gölgesinden kurtarmalıdır.
 

atasgetiren@yenisafak.com


  3 Eylül 1999 Cuma

Geri



Gerçek şu: Özel dönem, Türkiye'yi adalet alanında yoğun kuşkular içine itti. İnsanları adalet dışı özel uygulamalarla karşı karşıya kaldığı kanaatine sevketti. Türkiye, ülkeye barış iklimi taşıyacak bir af düzenlemesini gündeme alacaksa, bu özel dönemin adli yaralarını sarmayı da amaçlamalıdır.


 

|| ANASAYFA || GÜNDEM || POLİTİKA ||
|| EKONOMİ || DÜNYA || YAZARLAR ||
|| LİNKLER || SERBEST KÜRSÜ ||
|| YENİ ŞAFAK'a Mesaj || ABONE OL ||


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© 1998 ALL RIGHTS RESERVED