|
el de Yahya Kemal'i hatırlama! Varşova'da, 1927 yılında yazdığı Kar Mûsıkîleri şu beyitle başlıyor: "Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu./Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu." Şimdi hemen bana "Bu şiir de nereden çıktı? Ne münasebetsiz adamsın sen!" demeyin lûtfen. Kâinatta her şeyin her şeyle münasebeti kurulabilir. Hele şairler hiç akla gelmeyen ilişkiler kurma işinin üstesinden gayet kolaylıkla gelebilirler. Kur'an-ı Kerîm'de şairler için "Onların her vâdîde şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve yapmadıklarını yaptık dediklerini görmez misin?" denildiğini unutmayalım. Sure 26, Ayetler 225-226. (Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yayınladığı Meâlden aktarılmıştır.) Dolayısıyla ben size bin yıldan uzun bir gecenin bestesine kısmen de olsa bir güfte uydurmaya kalkışırsam hiç zorlanmayabilirim.
Gecelerin "tulû-i haşre kadar" sürmeyeceğini Tevfik Fikret söylemiş. Gecenin sonunu konuşmanın şimdi sırası değil. Sabahın hangi vakte denk geleceği bambaşka bir konu. Bu günkü konumuz ömrü bin yıldan uzun ve daha bin yıl süreceği zannedilen bir gecedir. Bir gece nasıl olmuş da bin yıldan uzun sürmüş? Anadolu milleti bin yıl karanlıktan istifade nasıl ütülmüş? Sürenin uzunluğu ve bu devamlılık bizi hayrete düşürmesin. Anadolu toprağında hızlı değişme olmayacağını ve sözgelimi neolitik çağdan beri süregelen tarım tekniğinin ancak 1950'li yıllarda değişime uğradığını hatırda tutalım.
Bin yıldan beri devlet ile millet arasında bir yazı tura oyunu oynanıyor. Milleti teşkil eden fertler bu oyunu kendi aralarında sıkça oynadıkları için devletle oynarken de aynı kuralın geçerli olduğunu varsayarak hareket ediyor. Halbuki devlet bu oyunu başka devlet veya milletlerle değil, yalnızca kendi milletiyle oynadığından sonuca ilişkin hususi bir kural koymakta hiç zorlanmamış ve onu iyice pekiştirmiş. Devlet parayı havaya fırlatırken millete hitaben diyor ki: "Yazı gelirse sen kaybedeceksin, tura (tuğra) gelirse ben kazanacağım." Milletin gözü parada olduğu için ister yazı isterse tura gelsin her iki halde de sonucun değişmeyeceğine dikkat etmiyor. Para henüz havadayken millet ağzı açık bir halde avantadan kendi payına ne düşeceğini hayal ediyor. Devlet sonucu peşinen bildiğinden neyi nereye tahsis edeceğini veya yerleştireceğini hesaplıyor. Yazı geldi, millet kaybetti. Tura geldi, devlet kazandı.
Kayba uğrayan milletin elbet canı sıkılıyor. Sıkılıyor ne kelime! Milletin canı yanıyor. Fakat bir tesellisi var: Kazanan taraf hiç yabancısı olmadığı bir taraftır. Madem ki devlet kazanmıştır, o halde bu kazancın sarfiyatını kendine (millete) yarar bir mecraya sevk etmeyi deneyebilir. Millet bin yıldan beri kendini devlete ait hissettiğinden devletin her kazancının sonunda kendi lehine bir durum doğuracağına inanmıştır. Devleti tırtıklayamadığı zaman devlet sofrasının kırıntılarından çöplenmeyi iyi bilir.
7 Eylül 1999 Salı
|
 |
Gecelerin "tulû-i haşre kadar" sürmeyeceğini Tevfik Fikret söylemiş. Gecenin sonunu konuşmanın şimdi sırası değil. Sabahın hangi vakte denk geleceği bambaşka bir konu. Bu günkü konumuz ömrü bin yıldan uzun ve daha bin yıl süreceği zannedilen bir gecedir. Bir gece nasıl olmuş da bin yıldan uzun sürmüş? Anadolu milleti bin yıl karanlıktan istifade nasıl ütülmüş? Sürenin uzunluğu ve bu devamlılık bizi hayrete düşürmesin. Anadolu toprağında hızlı değişme olmayacağını ve sözgelimi neolitik çağdan beri süregelen tarım tekniğinin ancak 1950'li yıllarda değişime uğradığını hatırda tutalım.
|
|