|
erşembe günkü yazıda işaret ettiğim üzere, Japon köyünün iktisadî tabakalaşması, siyasî ifadesini yoksulların temsil sürecinden aşağı yukarı dışlanmasında buluyordu. Sadece arazi sicillerinde adı geçen topraksahibi köylüler (hyakuşo) temsil hak ve görevlerine sahiptiler. Yoksullar şöyle dursun, hali vakti yerinde sayılan 'kiracılar' bile etkili bir konumda değildiler. Japon tarımının önemli bir veçhesi olan toprak kiracılığı sadece modern devirde kapitalist ilişkilerin ortaya çıkardığı bir durum değil, kökleri Tokugawa öncesine uzanan, onyedinci yüzyıldaysa tamamen yerleşmiş bulunan bir uygulamaydı. Töreler her ne kadar kiracıya bir takım haklar veriyorduysa da, yasal olarak tek söz toprak sahibinindi. Arazisini, içindeki kiracısıyla beraber ve onun rızasını almadan satabilir, rehnedebilir veya mirasçılarına devredebilirdi. Kiracının içinde oturduğu ev ve kullandığı üretim aletleri de toprak sahibinindi.
Böyle bir sınıfsal yapı içinde, gerek beylerin, gerekse zengin köylülerin zamanla daha fazla servet biriktirme yönünde hareket etmeleri ve nüfusun büyük bölümünün ellerinde kalan son toprak parçasını da terkedip 'proleterleşmesi' kaçınılmazdı. Acaba benzer bir gelişme Osmanlı toplumunda niçin meydana gelmedi? Bu soru cevaplandırıldığında, Osmanlı toplumunda modern kapitalizmin niçin oluşmadığı büyük ölçüde açıklık kazanır.
Halil İnacık'a göre, Türkiye'nin ana ekonomik karakteri olan, küçük köylü aile işletmelerine dayanan sosyo-ekonomik yapıyı Osmanlı miri toprak rejimi ve çift-hâne sistemine borçluyuz. Türkiye ekonomisi ve sosyal yapısı 1950'ye kadar Osmanlı dönemindeki asırlık geleneksel esas karakterlerini korumakta idi. Geleneksel tarım ekonomisinin ana üretim aracı, bir çift öküz ile çekilen sabandır. Her köylü ailesine bir çift öküz ile sürülebilecek olan bir toprak parçası tahsis edilmiştir. Bu topraklar tapuludur. Tapu rejimine göre tasarruf edilen arazi satılamaz, hibe ve vakıf edilemez. Bunlar babadan oğula bir işletme birliği olarak geçen raiyyet çiftlikleri dir. Köylü bunu kendisi işlemek zorundadır. Üretim işini kendisi düzenler. Üretim araçları olan öküz, saban ve tohumu kendisi sağlar ve bağımsız bir işletme ünitesi olarak toprağı kendisi işler. Devlete ve sipahiye karşılıksız hiçbir hizmet yapmaya mecbur değildir. Onun emeğini kimse karşılıksız sömüremez. Bu anlamda Osmanlı köylüsü hür ve bağımsızdır. İmparatorluk bürokrasisinin esas vazefelerinden biri bu rejimi korumaktır. Bizans ve Osmanlı imparatorluklarında reaya yani çiftçi aileler ve toprak birimi (yani çiftlik= bir çift öküzle işlenebilen arazi ünitesi) büyüklere karşı daima titizlikle korunmaya çalışılmıştır. Bizans'ta dynatoi , Osmanlılarda ekabir diye anılan varlıklılara karşı köylüler daima 'fakir', 'yoksul' tabiri ile himayesi gerekli bir sınıf olarak ele alınmıştır. Bu imparatorlukları köylü imparatorlukları diye vasıflandırmak abartı değildir. (Bkz. Halil İnalcık: "Köy, Köylü ve İmparatorluk," V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi, Ankara,TTK Basımevi, 1990, s.1-3.)
Hülasa, İngiliz ve Japon kapitalist sistemlerinin farklılaşmış sınıf yapısı, feodalizmlerinden tevarüs etmiştir. Osmanlı ve burada ele alamadığımız Çin sosyo-ekonomik sistemlerinde ise siyasî merkez köylülerin farklılaşmasını engellemiş, genelde zanaat ve ticareti teşvik etmekle beraber, başınabuyruk, güçlü toprak sahibi ve/veya tüccar zümrelerin oluşmasına set çekmiştir.
mozel@yenisafak.com
26 Eylül 1999 Pazar
|
 |
Halil İnacık'a göre, Türkiye'nin ana ekonomik karakteri olan, küçük köylü aile işletmelerine dayanan sosyo-ekonomik yapıyı Osmanlı miri toprak rejimi ve çift-hâne sistemine borçluyuz.
|
|