Logo... Yazarlar...

Hakan ARSLAN

Cumhurbaşkanlığı seçimi: Bir "gelecek tercihi"

T ürkiye "dış konjonktür" açısından, depreme değil de son bir yıllık sürece dayanan ve çok önemli avantajlar içeren bir zeminde duruyor. Türkiye'nin söz konusu "dış politika olanakları"nı tam olarak kullanabilmesi için, buna eşdeğer bir "ekonomik" performans sergilemesi gerekiyor. Bunun yolu da "iç siyaset dengeleri"nin bir an önce yerine oturmasından ve uzun vadeli iş görebilecek bir "siyasi irade"nin oluşmasından geçiyor. Bu yoldaki en önemli öğelerden birini de "Cumhurbaşkanlığı seçimi" oluşturuyor.

Yukarıdaki "akıl yürütme", neredeyse bütün kamuoyunun bildiği ve çözümünü beklediği basit bir denklemin, yine aynı basitlikte dile getirilişinden ibaret. "Siyasi sağduyu" çoğu zaman bu tür basit formül ve çözümlere dayanır. Oysa bu "basit" yapının ardında çözümlenmesi gereken bir "karmaşıklık" yattığını varsayan "yorumlama süreci", kimi zaman işleyişi gerçekten "karmaşık" kılan yan etkiler üretebilir ve bu yan etkilerin sonucu genellikle "başlangıç noktasından bir arpa boyu bile uzaklaşamamak" olur. Türkiye önümüzdeki 7-8 aylık dönemi de bu tehlikeyle birlikte yaşayacak. Gelgelelim, halk "karmaşık olan"dan fazla heyecan duymuyor. Halk, "basit çözüm"ün bir an önce işlerlik kazanmasını bekliyor.

"İç siyaset dengeleri"nin nasıl şekilleneceğinin hiç mi hiç belli olmadığı bir dönemde, bu kadar geniş bir "mutabakat zemini"nin oluşması pekçok belirsizlik ve tehlike barındırıyor -özellikle de "üzerinde mutabakata varılan" kişi, konum ya da başlık için! Söz konusu durum, şu an itibariyle, daha çok hangi "mutabakat"ın işlerlik taşımayacağını gösteriyor gibi! Varsayılan "mutabakat" Anayasa değişikliği gibi çok zorlu süreçleri, çok can alıcı pazarlıkları, dahası bu parlamentonun "seçim iradesi" taşımadığı düşüncesini içeriyor. Baştan "kuşkuya açık" bir dizi ön şart! Üstelik parlamento dışı etki odakları da, tersi yönde estirilen havaya karşın, böyle bir "mutabakat"a pek sıcak bakmıyor olabilir. Hangi senaryonun nasıl işleyeceğini az çok kestirebilmemiz içinse Nisan 2000'e değil, çok daha yakındaki bir "nirengi noktası"na, Kasım ayındaki DYP Kongresi'ne bakmamız gerekiyor.

DP-AP çizgisinin "doğal uzantısı" saydığımız DYP, elli yılı aşan tarihinin en önemli kongrelerinden birini yapacak. Bu kongre anlamlı bir "siyasi irade"nin ortaya çıkışı ve tüm siyasi aktörlerin "gerçek konumları"nın ayırdına varışı açısından bir "milat" oluşturabilir. Türkiye bir "milat" beklentisi içindeyse, Kasım ayı bu açıdan ciddi bir olanak sunuyor.

DYP. "merkez sağ"ın çözülüşü sürecinde üstlendiği rolü (yeni hizipler çıkarmadan) terketmek yönünde bir irade gösterecek olursa, mevcut "mutabakat zemini" de bütün işlerliğini yitirecek. DYP'nin yeni konumu gözlerin ANAP'a dönmesini sağlayacak. Nicedir "topluma heyecan verme" niteliğini yitirmiş olan ANAP, benzer bir süreç yaşayabilir. Bunun ardından gelecek bir DYP-ANAP bütünleşmesi ise hem "erken seçim" hesaplarını, hem de bu yeni oluşum esnasında "Çankaya'nın vesayeti"nden kurtulma gereğini doğuracak. ANAP'ın önünde bir başka olanak daha var. Bunu şöyle formüle edebiliriz: "Aşağı tasfiye olanaklı değilse, yukarı tasfiye denenir!" DSP ve FP'nin de (birbirinden farklı nedenlerle) benzer bir "yenilenme süreci"ne gerek duyacağı, MHP'nin ise elde ettiği siyasi zemini korumak için kara kara düşünmeye başlayacağı bir dönemde, bu da ilginç bir "mutabakat senaryosu"na dönüşebilir. Üstelik "yenilenen siyasi oluşumlar" için pek de "uyumsuz" sayılamayacak bir aktör çıkacak ortaya! ANAP yönetimi nicedir böyle bir senaryoyu da gözden uzak tutmuyor olsa gerek!

DYP Kongresi'nden böyle bir "irade" çıkmayacak olursa, varsayılan (ama gerçekte işlerlik kazanmaması umulan) "mutabakat" bir anda tek seçeneğe dönüşebilir. Daha da şaşırtıcı (ve olumsuz) bir seçenek ise, Çankaya'nın "merkez sağı birleştirmek üzere terkedilmesi" olacaktır.

Türkiye dünya üzerinde hak ettiği yeri alabilmek için, bu yere uygun bir "iç siyaset zemini" arıyor. Bunun sonucunda ortaya çıkacak "yeniden yapılanmış, akılcı ve modern bir devlet" için de, ilk koşul olarak, "liderlerin yenilenmesi" gereği ağır basıyor. Türkiye, bunu yaparken, 1989-93 döneminde sergilenen yanlışları yinelememek zorunda.
 

harslan@yenisafak.com

  29 Eylül 1999 Çarşamba

Geri



Türkiye önümüzdeki 7-8 aylık dönemi de bu tehlikeyle birlikte yaşayacak. Gelgelelim, halk "karmaşık olan"dan fazla heyecan duymuyor. Halk, "basit çözüm"ün bir an önce işlerlik kazanmasını bekliyor.


 

|| ANASAYFA || GÜNDEM || POLİTİKA ||
|| EKONOMİ || DÜNYA || YAZARLAR ||
|| LİNKLER || SERBEST KÜRSÜ ||
|| YENİ ŞAFAK'a Mesaj || ABONE OL ||


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© 1998 ALL RIGHTS RESERVED