Logo... Yazarlar...

Taha KIVANÇ

Birkaç not

İ şadamlarının "Biz buraya neden geldik?" diye burunlarından soludukları bir ortamda, aralarından bayağı önemli birinin, "Ne kadar mükemmel konuştu, değil mi?" dediğini duyunca önce bizimle kafa buluyor diye düşündüm. Sonra, adamın, aslında, "Oh, başbakan uzun bir süre konuştu, hiçbir sorun çıkmadı" diye sevindiğini ve sevincini böyle dışa vurduğunu anladım...

Türk basınında, başbakan Bülent Ecevit'in sağlık durumundan endişelenen ve endişesini sütununa taşıyan yazarların sayısı sadece üçtü. Amerika gezisinin ilk günü, basının önüne çıkıp "30 Ağustos zafer bayramınızı kutluyorum" cümlesini üstüne basa basa iki kez tekrarlayınca endişelilerin sayısı epey arttı. Hatta sahip olduğu sütunu ona yakınlıkla sağlayanlar arasından, bir iki anekdot aktararak, yazılarını, "Umarım, sağ sâlim döner" diye bağlayanlar bile çıktı.

Gezinin bundan sonraki her ânı, anlaşılan, "Herhangi bir şey var mı?" diye sormakla geçecek. Bereket, program fazla yüklü değil de, bu yüzden durumun bir 'ulusal sorun' haline dönüşmesi gerekmiyor...

İkinci gün, kim akıl ettiyse, programa "Başbakanın işadamlarıyla buluşması" diye bir madde koymuş... Başbakan ABD'ye bir uçak dolusu önemli işadamıyla geldi. Çoğu burayla iş ilişkisi olan, ya da vaktiyle burada okumuş ülkeyi yakından tanıyan insanlar... Kimi, tekstil kotası yüzünden, kimi kredi bulamadığı için sıkıntıda ve sorunların ikili temaslarla aşılması gibi bir beklenti var. Karşılarına çıkan Ecevit'in, "Sorunlarınızı biliyoruz" açıklamasından önce umutlandı işadamları, ancak çözümü işadamından işadamına temasa bıraktığını duyunca irkildi hepsi. Yanı başımdaki biri, "Peki, sen burada ne arıyorsun?" diye homurdandı.

Buraya yerleşik bir meslektaş, "Amerikalılar durumu biliyor ve yakından izliyorlar" dedi bana. Amerika gibi ülkeler, Türkiye gibi önem verdikleri bir müttefikte önemli koltukların 75 yaş civarında insanlar tarafından işgal edildiğini bilince, kendiliğinden tavır alır zaten... Yine de, 21 yıl aradan sonra ülkelerini ziyaret eden misafirlerine en iyi ağırlamayı verme hassasiyeti seziliyor Amerikalıların...

Ecevit ve refakatindekiler, devlet konukevi olan Blair House'da misafir ediliyor; bu, 'önem verme' işareti sayılıyor. Önceki gün, bir canlı televizyon bağlantısı için Beyaz Saray'a giderken, polisin yolu bütünüyle kapattığını gördüm. Sebebi söylemediler, ama birazdan Blair House'dan hareket başlayınca, bunun Ecevit'in çıkışı öncesi alınan bir tedbir olduğu anlaşıldı. Daha önce görmediğim türden tedbirli Amerika.

Bir günde iki kez taksiye binip iki şoförün de Etiyopyalı olduğunu görünce beynimin istatistiği "Washington'daki şoförlerin tamamı Etiyopyalı" diye kayıt yaptı. Burada yaşayan bir dostum, "Hayır" dedi ve ekledi, "Kentteki şoförlerin yarısı Etiyopyalı, yarısı Mısırlı, yarısı Rus, yarısı Ukraynalıdır..." Her iki şoför de, hayrettir, Türkiye'nin nerede olduğunu, deprem felâketine uğradığını biliyordu. "Washington'un şoförleri okumuş yazmış insanlar" esprime, ikinci Etiyopyalı, "Agro-kimya dalında mastır derecem var benim" diye efelendi. Tam, "Washington'un şoförleri..." diye yeni bir genelleme yapacaktım ki, susturdular...

"Bu kadar da tesadüf olmaz ki..." demeyin oluyor çünkü. Etiyopyalı şoförün himayesinde ulaştığımız ve Ecevit'in Blair House'dan ayrılmasından sonra kapısına vardığımız Beyaz Saray'da da beni başka bir sürpriz bekliyormuş meğer... Canlı yayını çekmek üzere görevlendirilen genç kameraman, çocuk yaştayken bir yılını babasının asker olarak görev yaptığı Adana'da geçirmiş... O günlerden kalma söz dağarcığını üzerimde denedi...

"Dünyaya erken geldim" hissi belli yaşa ulaşanlara hâkim olur; ben de ne zaman Amerika'ya gelip yeni bir şeylerle karşılaşsam o duyguyu tadıyorum. Türkiye'deki televizyon yayınları uydular aracılığıyla bir süredir buraya ulaşıyor ve buradaki Türkler evlerinde bizlerle aynı programları izliyorlar. Dahası, 15 dakikasına 600 dolar civarında bir para ödeyince, istediğiniz görüntüyü canlı olarak Türkiye'ye ulaştırabiliyorsunuz... Siz Türkiye'nin herhangi bir köşesinde ve ben Beyaz Saray'ın bahçesinde iken, televizyon bizleri aynı mekânda buluşturuyor... Müthiş keyif verici bir duygu bu.

Gençlik-yaşlılık ikilemi, yöneticilerin sağlık durumu sebebiyle hassasiyet gösterse bile, burada eğitim alan, çalışma hayatına atılan bizim gençlerimiz sebebiyle umut verici. Geçmişte, buraya yol bulabilen gazeteleri ellerine geçirebilenler bizleri tanıyordu sadece, şimdi herkes gazeteleri günü gününe, hatta Türkiye'den önce okuma fırsatına sahip. Yeni tanıştığım gençleri çok bilgili ve ilgili buldum.

Bir genç, Türkiye'de hukuk okumuş, sonra buraya gelip en önemli iki üniversitede (Harvard ve Stanford'ta) doktora yapmış, ardından ülkenin en önemli hukuk firmasında şirketler hukuku alanında çalışmaya başlamış... İyi eğitim almış, iyi para kazanıyor, iyi bir çevreye sahip... "Türkiye'ye dönüp üniversitede görev almayı düşünüyorum" dedi bana. Şaşkın gözlerle yüzüne baktığımı görünce, "Bütün amacım kendi insanıma hizmet etmek" diye ekledi. Ne kadarını belli ettim bilmiyorum, ama "Umarım, ülkeye döndüğüne pişman etmeyiz" gibi bir şeyler mırıldandığımın farkındayım...

Yargıtay başkanı Sami Selçuk bir halk türküsünden hareketle ne demişti: "Bizde âdet güzelin ağlatılması, söz fırsatının ise çirkine verilmesidir..." Acı, ama gerçek bu...
 

tkivanc@yenisafak.com

  29 Eylül 1999 Çarşamba

Geri



Buraya yerleşik bir meslektaş, "Amerikalılar durumu biliyor ve yakından izliyorlar" dedi bana. Amerika gibi ülkeler, Türkiye gibi önem verdikleri bir müttefikte önemli koltukların 75 yaş civarında insanlar tarafından işgal edildiğini bilince, kendiliğinden tavır alır zaten... Yine de, 21 yıl aradan sonra ülkelerini ziyaret eden misafirlerine en iyi ağırlamayı verme hassasiyeti seziliyor Amerikalıların...


 

|| ANASAYFA || GÜNDEM || POLİTİKA ||
|| EKONOMİ || DÜNYA || YAZARLAR ||
|| LİNKLER || SERBEST KÜRSÜ ||
|| YENİ ŞAFAK'a Mesaj || ABONE OL ||


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© 1998 ALL RIGHTS RESERVED