Logo... Yazarlar...

KÜRŞAD BUMİN


Radikal'in radikal manşeti

T ürkiye'de özellikle doksanlı yıllarda polis müdürlerinin idarede yükselen zümre olduğunu söyleyebiliriz. Onları artık herkes tanıyor, yüksek memur sınıfının en medyatik temsilcileri artık onlar. Onlara siyasi partiler de çok değer veriyor; birçok örnekle hatırladığımız gibi çoğu zaman mesleklerini bırakınca milletvekili ve bakan koltuğunu dolduruyorlar. Valilerin (özellikle de büyük şehir valilerinin) polis müdürleri arasından seçilmesi neredeyse değişmez bir kural haline geldi; idarede "güvenlik" birinci sorun olduğundan beri, onların yönetimine terk edilmemiş bir vilayet yönetimi düşünülemiyor bile. Polis müdürlerinin formasyonları da artık eskisi gibi değil. Mehmet Ağar örneğinde olduğu gibi Mülkiye mezunlarının sayısı giderek azalırken, büyük kısmı öğrenimlerini Polis Koleji ve Polis Akademisi gibi özel kurumlarda tamamlıyorlar. Annelerin eskiden "Benim oğlum büyüyünce vali olacak!" şeklindeki dilekleri artık mesleğe emniyet görevlisi olarak başlayanlar için herkesten daha fazla geçerli. Bu dileği şu şekilde güncelleştirebiliriz de: "Benim oğlum büyüyünce şube müdürü, emniyet müdürü, vali, milletvekili ve bakan olacak!"

Bu gelişme sevindirici midir? Hiç sanmam. Ülkedeki "güvenlik" sorununun öneminin polis müdürlerinin ön plâna çıkmaları sonucunu doğurduğu gibi bir akıl yürütme ilk bakışta insana ikna edici gibi gelse de, işin bir de öteki yüzü var: Polisin adının karıştığı yüzlerce insan hakları ihlalinin yaşandığı bir ülkede polis müdürlerinin bu önlenemez yükselişleri birçok soruyu da akla getirmiyor mu?

Son günlerde medyanın birinci konusu olan "telekulak" olayları da açıkça gösterdi ki, polis teşkilatı idare içinde çok güçlü ve de herşeye rağmen yekpare bir yapıda; siyaset ve polis ilişkisi çok karmaşık, çok içiçe bir durum arzediyor. "Siyaset" derken yalnızca hükümeti ve muhalefeti oluşturan siyasi partileri kastetmiyorum tabii ki; kararnamelerde imzası bulunan Cumhurbaşkanlığı da bu ilişkilere çok hâkim. "Cumhurbaşkanlığı" deyince aklıma geldi: Biliyorsunuz geçenlerde "telekulak" olayı çerçevesinde Özel Baysal, "Yeşil" ve Topal'ın yakınlarının Köşk'te bir numarayı çevirdikleri de konuşuldu. Gazeteler bu habere şöyle bir yer verip sonra üzerine gitmekten vazgeçtiler. Oysa benim Milliyet'te karşılaştığım haber orta halli bir "bomba" niteliğindeydi. Milliyet'e göre, Köşk'te numarası çevrilen kişi "özel müşavir" Hayrettin Gökdemir idi. "Özel müşavir" Gökdemir'in önceki işi Süleyman Demirel'in koruma polisliğiymiş. "Yakın çevresinde 'Hayri Baba' olarak tanınan Gökdemir'in adı son olarak, firar ettikten sonra Bulgaristan'da yakalanan ve Türkiye'ye iade edilen ülkücü baba Kürşat Yılmaz'ı Burdur Cezaevi'nde ziyaret etmesi" imiş. Çok tuhaf ilişkilerden söz eden bir haber; ama doğrusu, öyle bir günde geçiştirilemeyecek derecede de iyi bir haber! "Cumhurbaşkanlığı" deyince yine aklıma geldi: Demirel'in (Gökdemir örneğinde gördüğümüz gibi) eski çalışma arkadaşları karşısındaki "vefalı" tavrı, yanılmıyorsam sonradan TURBAN genel müdürü, daha sonradan da milletvekili olan yine eski bir "koruması" için de geçerliydi. Bu konu açılınca benim aklıma Cumhurbaşkanı'nın sempatisi olduğu söylenen Necdet Menzir de gelir. Bildiğiniz gibi Menzir önce İstanbul Emniyet Müdürü, sonradan milletvekili, daha sonradan Ulaştırma Bakanı ve daha sonradan da (yoksa önceden miydi?) şimdi 1.5 milyar dolarlık bir borçla batmış olan Çağlar'ın bankasında "Yönetim Kurulu Üyesi" idi. (Biliyorum bu görev çok kısa sürdü, ama yine de sürdü!) Çağlar deyince aklıma geldi: Çağlar'ın memleketi Bursa'da halen vali olarak görev yapan Taşanlar da önceden İstanbul Emniyet Müdürü idi. Taşanlar daha önceden de Ankara Emniyet Müdürü olarak çalışmış ve televizyon ekranında bütün milletin şahit olduğu gibi, bir memur mitinginde sokağın ortasında bir memuru tokatlamıştı. Çağlar deyince aklıma şu da geldi: Bildiğiniz gibi emekli orgeneral ve eski Jandarma Genel Komutanı ve de eski MİT Müsteşarı Teoman Koman da İnterbank'ın Yönetim Kurulu Üyesi idi; hem de Menzir gibi "kısa" süreli değil, basbayağı uzun süreli. Ama şimdi İnterbank'ın içinin boşaltılmasıyla ilgili her bir şeyden söz edildiği halde, Koman'ı hatırlayan yok. Bilmediğim için soruyorum: Acaba böyle durumlarda banka Yönetim Kurulu'nun hiçbir sorumluluğu yok mudur? Yani onlar da mı yaptıklarından "sorumsuz"?

Gördüğünüz gibi, ben de epeyce bir şey hatırlıyorum! Kim hatırlamıyor ki... Bir konu diğerini çağrıştırdı ve yazının sonuna geldik. Oysa benim asıl niyetim, "radikal" olarak nitelenen yeni İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın eski Manisa Emniyet Müdürü Kemal İskender'i Ankara'ya aynı görevle atamasından söz etmekti. "Manisa" deyince neyi mi hatırlayacağız? Tabii ki "Manisa Davası"nı, yani yaşları 16 ile 21 arasında değişen 16 gencin gözaltına alınarak iki hafta boyunca işkence görmelerini. Aferin dünkü Radikal'e. Manşete bakın siz: "Manisa'dan müdür gelmiş, Ankara'da işkence havası/'Kulak' gitti kulakçı geldi." Başka yerde aramaya gerek yok, işte size "radikal" bir manşet!


 


  11 Haziran 1999 Cuma


Son günlerde medyanın birinci konusu olan "telekulak" olayları da açıkça gösterdi ki, polis teşkilatı idare içinde çok güçlü ve de herşeye rağmen yekpare bir yapıda; siyaset ve polis ilişkisi çok karmaşık, çok içiçe bir durum arzediyor. "Siyaset" derken yalnızca hükümeti ve muhalefeti oluşturan siyasi partileri kastetmiyorum tabii ki; kararnamelerde imzası bulunan Cumhurbaşkanlığı da bu ilişkilere çok hâkim. "Cumhurbaşkanlığı" deyince aklıma geldi: Biliyorsunuz geçenlerde "telekulak" olayı çerçevesinde Özel Baysal, "Yeşil" ve Topal'ın yakınlarının Köşk'te bir numarayı çevirdikleri de konuşuldu. Gazeteler bu habere şöyle bir yer verip sonra üzerine gitmekten vazgeçtiler. Oysa benim Milliyet'te karşılaştığım haber orta halli bir "bomba" niteliğindeydi. Milliyet'e göre, Köşk'te numarası çevrilen kişi "özel müşavir" Hayrettin Gökdemir idi. "Özel müşavir" Gökdemir'in önceki işi Süleyman Demirel'in koruma polisliğiymiş. "Yakın çevresinde 'Hayri Baba' olarak tanınan Gökdemir'in adı son olarak, firar ettikten sonra Bulgaristan'da yakalanan ve Türkiye'ye iade edilen ülkücü baba Kürşat Yılmaz'ı Burdur Cezaevi'nde ziyaret etmesi" imiş. Çok tuhaf ilişkilerden söz eden bir haber; ama doğrusu, öyle bir günde geçiştirilemeyecek derecede de iyi bir haber! "Cumhurbaşkanlığı" deyince yine aklıma geldi: Demirel'in (Gökdemir örneğinde gördüğümüz gibi) eski çalışma arkadaşları karşısındaki "vefalı" tavrı, yanılmıyorsam sonradan TURBAN genel müdürü, daha sonradan da milletvekili olan yine eski bir "koruması" için de geçerliydi. Bu konu açılınca benim aklıma Cumhurbaşkanı'nın sempatisi olduğu söylenen Necdet Menzir de gelir. Bildiğiniz gibi Menzir önce İstanbul Emniyet Müdürü, sonradan milletvekili, daha sonradan Ulaştırma Bakanı ve daha sonradan da (yoksa önceden miydi?) şimdi 1.5 milyar dolarlık bir borçla batmış olan Çağlar'ın bankasında "Yönetim Kurulu Üyesi" idi. (Biliyorum bu görev çok kısa sürdü, ama yine de sürdü!) Çağlar deyince aklıma geldi: Çağlar'ın memleketi Bursa'da halen vali olarak görev yapan Taşanlar da önceden İstanbul Emniyet Müdürü idi. Taşanlar daha önceden de Ankara Emniyet Müdürü olarak çalışmış ve televizyon ekranında bütün milletin şahit olduğu gibi, bir memur mitinginde sokağın ortasında bir memuru tokatlamıştı. Çağlar deyince aklıma şu da geldi: Bildiğiniz gibi emekli orgeneral ve eski Jandarma Genel Komutanı ve de eski MİT Müsteşarı Teoman Koman da İnterbank'ın Yönetim Kurulu Üyesi idi; hem de Menzir gibi "kısa" süreli değil, basbayağı uzun süreli. Ama şimdi İnterbank'ın içinin boşaltılmasıyla ilgili her bir şeyden söz edildiği halde, Koman'ı hatırlayan yok. Bilmediğim için soruyorum: Acaba böyle durumlarda banka Yönetim Kurulu'nun hiçbir sorumluluğu yok mudur? Yani onlar da mı yaptıklarından "sorumsuz"?


 

|| ANASAYFA || GÜNDEM || POLİTİKA ||
|| DÜŞÜNCE || YAZARLAR || SERBEST KÜRSÜ ||
|| AÇIK OTURUM || LİNKLER ||
|| YENİ ŞAFAK'a Mesaj ||


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© 1998 ALL RIGHTS RESERVED