Logo... Yazarlar...

DÜCANE CÜNDİOĞLU


"Avicenna"yı değil, önce "eş-Şeyh'ur-Reis İbn Sina"yı anlamak gerek!

S ayın Hilmi Yavuz'un Zaman gazetesinde yayımladığı son iki makalede (14-21 Mart 1999), İbn Sina'yı ateist ilan ettiğinden, bununla yetinmeyip İmam Gazâlî'yi de bu mesnedsiz ithamının aracısı kıldığından söz etmiş ve kendisinin "sahih şâir" olduğunu iddia eden bu zâtın, İslâm Felsefe ve Kelâmı'nın bir büyük ustası hakkındaki fâsid ithamlarını ele alacağımı va'detmiştim. Bu nedenle önce İbn Sina ateizmine (!) dâir ortaya atılan bâtıl iddiaları bahis mevzûu edeceğim.

Sayın yazar, felsefe'nin, bâ-husûs İslâm felsefesinin hakikat, mahiyet, tabiat, vücûd, mevcûd, şey-eşyâ, vâcib, mümkin, bifiil, bilkuvve, ta'tîl, isbât, tahakkuk, teşahhus, taayyün, tecelli, tezâhür, vb. ıstılahlarını anlamamasına, terimleri ve tanımları birbirine karıştırmasına ve hepsinden önemlisi İslâm Felsefesi kitabiyâtına dâir -ciddiye alınabilecek- hiçbir nüfûz ve vukûfunun olmamasına rağmen, piyasa kitaplarından mülhem bilgilerle bu sahada parlak laf oyunlarına girişmekten çekinmemiş, İslâm ilâhiyâtının (metafiziğinin) köklü meselelerinde fikir yürütmenin ehemmiyet ve ciddiyetini hiç ama hiç takdir edememiştir.

'Doğruluk'un gözlemlenebilir, denenebilir ve bu bağlamda sınanabilir önermelere ilişkin oluşu, onu ('Doğruluk'u), Gerçeklik'e bağımlı kılar. Malumu ilam kabilinden söyleyeyim: Gerçeklik Dünya'ya, Doğruluk ise Dil'e aittir; veya, Wittgenstein gibi söylersem, "bir önerme Gerçeklik'in bizim düşündüğümüz şekilde bir modeli"dir. (Tractatus 4.011). Kısaca, Gerçeklik değişirse, bir önermenin Doğruluk-değeri de değişir.

Bir düşünelim bakalım, burada doğruluk ve gerçeklik terimleri hangi mânâda kullanılıyor? Bu terimlerin İslâm Felsefe ve Kelâmı'ndaki karşılıkları nedir? Dünya'ya ait olduğu söylenen gerçeklik ile dil'e ait olduğu söylenen doğruluk iddiasının kıymet-i hakikiyesi nedir? Dil nedir, dünya nedir? Sözgelimi "doğruluk", niçin zihnî değil de lisanî bir kategori olsun!? Gerçeklik ile hakikat arasındaki alâka, ne tür bir alâkadır? Bu durumda mâ-vakâ' ile mâ-hüve'yi nasıl Türkçeleştireceğiz?

Meraklıları, Wittgenstein ya da Sir Karl Popper adları zikredilmek sûretiyle bulandırılan suyun derinliklerinde (!) dolaşıp dururken, biz bu arada sayın Yavuz'un hakâik-i âliyelerini seyre devam edelim.

Bulanık suyun derinliğinden istimdâd

"Meseleyi burada, İslam filozofları bağlamında ele alacağım. 'Hakikat' İslam filozoflarında (ve elbette, başta İbn Sina'da) eşya'ya ait bir ilişkidir ve bu ilişki o şeyle zihin arasındaki upuygunlukta dile gelir. ('Upuygunluk', veya Ortaçağ Hıristiyan filozoflarının kullandıkları bir terimle söylersem: 'Adequatio'!). Bu durumda 'Hakikat', bugün bizim 'Kavram' kelimesiyle neyi ifade ediyorsak o anlama geliyor demektir. Nitekim, İbn Sina'da olsun, öteki İslam filozoflarında olsun, 'efradını cami, ağyarını mani' her obje öbeği için aynı kalır: Ahmet de, Ali de, Mehmet de, birey olarak 'İnsan' kavramında (veya, İbn Sina'ya göre, 'hakikat'inde) içerilirler. Öyleyse şu: Her obje öbeğinin bir 'hakikat'i vardır ve 'hakikat'ler ('kavramlar') bu manada çok'turlar... Peki, Allah'ın 'Hakikat'i? Allah bu çoğul hakikatlerden biri midir? Elbette değil! İbn Sina, Allah'ın 'hakikat'ini, şeylerin ('mümkün varlık'ların) hakikatinden ayırır. Ona göre Allah, bizatihi hakikat, şeylerse bilvasıta hakikat'tir."

Bu ifadeler arasında anlamlı bir tek cümle bulunmamaktadır. Sözgelimi İslâm filozofları ile kimler kastediliyor, hangi eserlere istinad ediliyor, belli değil! Sayın yazar, İbn Sina'nın hangi eserine atıf yapıyor, "öteki İslâm filozofları" tâbiriyle hangi ekollere, hangi dönemlere, hangi şahıslara telmihte bulunuyor, bu da belli değil! Hakikat kelimesinin kavram kelimesinin medlûlüne delâlet ettiği de nereden çıkıyor? Upuygunluk'u anladık diyelim. Hadi Ortaçağ Hristiyan filozoflarının Adequatio terimine de tahammül etmeyi de becerdik... Gerçeklik, doğruluk, kavram sayın Yavuz'un olsun, fakat şu meşhûr öteki İslâm filozofları ile İbn Sinâ'nın kullandığı terim(ler) nerede?

Hakikat'in "eşya'ya ait bir ilişki" olması ve bu ilişkinin "o şeyle zihin arasındaki upuygunlukta dile gelmesi" gibi parlak ve fakat yuvarlak sözlerin bir anlamı olabileceğini zannetmek gafletine düşen kimseler, bu bulanıklığın, belki de felsefe'nin o meşhûr derinliklerinden (!) kaynaklandığını düşüneceklerdir ki bu kesinlikle yanlış bir kanaattir. Çünkü kişi, iyi anladığı meseleleri iyi anlatır. Anlamadığı meselelerde ise klasik bir numaraya başvurur ve suyu bulandırarak derin göstermeye çalışır. Ne yazık ki sayın Hilmi Yavuz da böyle yapıyor ve dahası, "efradını cami, ağyarını mani her obje öbeği" gibi boş laflarla okurlarının gafletinden istifadeye kalkışıyor.

Öyleyse soralım bakalım, neymiş şu "efradını cami, ağyarını mani her obje öbeği"! Acaba hangi ilim adamı ortaya çıkıp da "Her obje öbeğinin bir 'hakikat'i vardır" kaziyyesini öğelerine ayırıp bize bu kaziyyedeki mevzû ile mahmûl'ü göstermek zahmetine katlanabilecek? Hani bir söz vardır "Arapça değil mi uydur uydur söyle" diye... İşte sayın Hilmi Yavuz da bu yalana inananlardan olmalı ki uydurup uydurup söyledikçe felsefe yaptığını sanıyor!

İbn Sina'yı ateizme mahkûm eden katmerli çıkmazlar (!)

"Gelgelelim, İbn Sina'nın koyduğu bu ayırım, (yani, Allah'ın bizatihi hakikat, şeylerin bilvasıta hakikat oluşları) bana öyle geliyor ki, deyiş yerindeyse, 'zevahiri kurtarmak' için yapılmıştır! Bakınız neden: İbn Sina, 'Hakikat'i -yukarıda da belirttiğim gibi, şey'le zihin arasındaki upuygunluk olarak ele aldığı için-, mahiyetin gerçeklik kazanması biçiminde tarif ediyor. Mahiyet, yani şeylerin (eşyanın) tabiatı, onların en temelli niteliği! İşte tastamam bu noktada İbn Sina'nın katmerli bir çıkmaza girdiğini düşünüyorum: Birinci çıkmaz, Allah'ın mahiyetinin nasıl gerçeklik kazandığı; ikincisi, mahiyetin gerçeklik kazanmasının bilkuvve olan'dan bilfiil olan'a dönüşüm manasına gelip gelmediği doğrusunda dile geliyor. Ve sanıyorum, İbn Sina'yı bir nevi muattıla'ya (ateizme) mahkum eden de bu çıkmazlardır."

Fikir hayatımıza "Mahiyet, yani şeylerin (eşyanın) tabiatı, onların en temelli niteliği!" türünden parlak ve fakat anlamsız cevizeler (!) hediye eden bir şâir-yazarın, kendi seviyesini nazar-ı itibara almadan, el-İşarât ve't-Tenbihât gibi, eş-Şifa gibi, el-Hidaye gibi, Uyûn'ul-Hikme gibi muhalled eserleri bize miras bırakan müslüman bir felsefe ustasını insafsızca itham etmesi karşısında susamayız, susmamalıyız.

Muattıla teriminin anlamını bile bilmeyen bir cahilin, İbn Sina'yı ateizme mahkûm etmesine razı olamayız, olmamalıyız.

İşte ben, bu nedenle konuşmaya devam edeceğim.


 


  24 Mart 1999 Çarşamba


Hakikat'in "eşya'ya ait bir ilişki" olması ve bu ilişkinin "o şeyle zihin arasındaki upuygunlukta dile gelmesi" gibi parlak ve fakat yuvarlak sözlerin bir anlamı olabileceğini zannetmek gafletine düşen kimseler, bu bulanıklığın, belki de felsefe'nin o meşhûr derinliklerinden (!) kaynaklandığını düşüneceklerdir ki bu kesinlikle yanlış bir kanaattir. Çünkü kişi, iyi anladığı meseleleri iyi anlatır. Anlamadığı meselelerde ise klasik bir numaraya başvurur ve suyu bulandırarak derin göstermeye çalışır. Ne yazık ki sayın Hilmi Yavuz da böyle yapıyor ve dahası, "efradını cami, ağyarını mani her obje öbeği" gibi boş laflarla okurlarının gafletinden istifadeye kalkışıyor.


 

|| ANASAYFA || GÜNDEM || POLİTİKA ||
|| DÜŞÜNCE || YAZARLAR || SERBEST KÜRSÜ ||
|| AÇIK OTURUM || LİNKLER ||
|| YENİ ŞAFAK'a Mesaj ||


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© 1998 ALL RIGHTS RESERVED