|
ihayet'ul-emr binüç tarihinden beri bu intizam bozuldu. Mukademmâ şeyhülislâm olan Sun'ullah Efendi birkaç defa bî-vech ma'zûl oldu ve kâdı-askerler dahî tiz tiz ma'zûl olmalarıyla yerlerine gelen, azl olmak havfına düşüp vükelâ-i devlet ile mudârâya muhtaç olup huzur-ı hümayunda hak sözü söylemeden kaldılar ve herkesin riâyet-i hatırlarıyla mukayyed oldular. Amma dininde mesâbeti olan, azilden dahî korkmayıp kelâm-ı hakkı söyler. Evvelâ Sun'ullah Efendi (rahmetullahi aleyh) kelâm-ı hakkı icrâ etmeden ötürü birkaç defa ma'zûl olmuş iken yine kelâm-ı hakkı söyleyip emr-i din u devlette kat'an müsamaha etmedi. Sadr-ı fetva müsamaha yeri ve hatır'a riâyet mahalli değildir. Giderek her maslahata hatır karışmakla ve her emirde müsamaha olunmakla nâ-müstahaklara hadden ziyade mansıblar verilmek iktiza edip kanun-ı kadîm bozuldu."
Bu satırların içerisinde yer aldığı -XVII. yüzyılın başlarında (1631'de) Koçi Bey (diğer adıyla Mustafa Bey) tarafından Sultan IV. Murad'a sunulan- Risale, din-siyaset münasebetlerinde câri kanun-i kadîm'in (nizam'ın) bozulduğunu gösteren ve Sultan'ı ve dahî alınması gerekli tedbirler muvacehesinde rical-i devleti ikaz eden uyarılarla dolu önemli bir belge niteliğindedir. Nitekim inkiraz ve inhitat dönemleriyle meşgul olan ilim ve fikir adamlarının kendisine çokça atıf yaptıkları bu belge çeşitli tedkiklerin konusu olmakla kalmamış, Osmanlı devletinin çöküş (!) sebeplerinin izahı sadedinde de sık sık referans alınmıştır.
Osmanlı, sanıldığı gibi çökmüş/yıkılmış/son bulmuş bir medeniyetin (bir devletin) adı mıdır, yoksa durdurulmuş bir medeniyetin mi? Geçenlerde bir Alman bu sûali, "Bir devletin çöküşü üçyüz yıl sürer mi?" diye cevaplamıştı. Bu husûsu bir bahs-i diğer kabul edip Koçi Bey'in söz ettiği bir meseleye işaret etmekte fayda mülahaza ediyoruz: "Sadr-ı fetva müsamaha yeri ve hatır'a riayet mahalli değildir!"
Gerek şeyhülislâmların, gerekse kadı-askerlerin azledilip görevden alınma korkusuyla hareket ettikleri bir ortamda, elbette ilim sahipleri de makam ve mevki sahipleri de "vükelâ-i devlet ile mudârâya muhtaç olurlar"; yani hakk u hakikati dile getirmekten çekinip yağcılığa başlarlar, doğruları değil duyulması istenenleri söylerler, kendilerini makamlarından eder korkusuyla şimşekleri üzerlerine çekmekten kaçınırlar, hatır gözetmeyi bir marifet addedip haksızlıklar, iltimaslar karşısında susarlar ve hem dinlerini, hem devletlerini, hem de milletlerini ucuz bir pahaya satmış olurlar. Nasıl olsa âlemin kendi halinde devr u devran edip gittiğini, memleket kurtarmaya kalkışmak gibi enayiliklerin kendilerinden uzak kalması gerektiğini ve dolayısıyla lüzûmsuz yere ağzını açıp işinden ve aşından olmaktansa günü (kendisini) kurtarmayı düşünen şahsiyetsiz aydınlar, haysiyetsiz akademisyenler, beylik laflar sarfedip hiçbir söylememeyi marifet haline getirmiş gazeteci ve yazarlar, dimağı çürüyüp ne yapacağını bilmez hale gelmiş din adamları, işini bilir tüccarlar, korkak ve yetersiz bürokratlar, lâ havle çekip kaderine razı olan zavallı ve müdafaasız halk; kısaca, "Ne olacak bu memleketin hâli?" suâlini bir rikkatin, bir hassasiyetin, bir dinginliğin değil, bilakis aymazlığın, bedbinliğin, beceriksizliğin, hepsinden de önemlisi hayatî meseleler karşısındaki laubaliliğin bir ifadesi haline dönüştürmüş herkes, Koçi Bey'in yaklaşık dört asır önce işaret ettiği zaafların bir benzeriyle ma'lûl durumdadır. Bu memleketin insanları haklı olarak memleketin hâlinden memnun değil! Halkımız huzursuz, çaresiz ve dahası yarınından ümitsiz! Esnaf kan ağlıyor, ilim adamları tedirgin, memurlar ve işçiler ne yapacaklarını bilmez bir durumda... Çocuklarımız, kendilerine sorulan "Büyüyünce ne olacaksın?" suâline artık sevinçle, tebessümle, heyecanla cevap veremedikleri gibi, ebeveynler de onlara eskisi gibi bu tür suâller soramıyorlar.
Koçi Bey'in dediği üzre, "sadr-ı fetva müsamaha yeri ve hatır'a riâyet mahalli değildir!" Binaenaleyh kim ve nasıl söyler bilmem ama, muhakkak birileri ricâl-i devlete bu uyarıları yapmalı, milletin inanç ve değerlerini böylesine ayaklar altına almanın millete de devlete de hiçbir yararının ol(a)mayacağını -hem de defaatle- söylemelidir!
17 Şubat 1999 Çarşamba
|
 |
Osmanlı, sanıldığı gibi çökmüş/yıkılmış/son bulmuş bir medeniyetin (bir devletin) adı mıdır, yoksa durdurulmuş bir medeniyetin mi? Geçenlerde bir Alman bu sûali, "Bir devletin çöküşü üçyüz yıl sürer mi?" diye cevaplamıştı. Bu husûsu bir bahs-i diğer kabul edip Koçi Bey'in söz ettiği bir meseleye işaret etmekte fayda mülahaza ediyoruz: "Sadr-ı fetva müsamaha yeri ve hatır'a riayet mahalli değildir!"
|
|