umhurbaşkanı Süleyman Demirel İsrail'de. Ziyaretin ilk günü, Türk heyeti Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya uğradığında, bir grup Filistinli, "Hilâfet döneminin Türkleri gibi gelin, Sultan Abdülhamid gibi davranmak üzere gelin" cümlelerini de içeren sözlü protestoda bulunmuş.
İsrail'in ağırladığı ilk Türk devlet adamı Süleyman Demirel değil. İsrail'e önce dönemin dışişleri bakanı Hikmet Çetin gitti. Ardından Başbakan Tansu Çiller ziyaret etti. Süleyman Demirel'in de bu ilk gezisi değil, İsrail'i dört yıl önce de ziyaret etmişti. Önceki gezilerde, Kudüs'ün Arap bölümünde yaşayan insanların Türk heyetini sessizce izlediklerine tanık olmuştuk; Mescid-i Aksa ziyaretlerinde de protesto eden çıkmamıştı. Karşılaşılan protesto bir 'ilk'...
Neden acaba? Protestonun anlamı ne?
Türkiye, siyasilerin sıklaşan ziyaretlerinin de işaret ettiği gibi, kuruluşunun 50. yıldönümünü geçen yıl kutlamış olan İsrail devletiyle daha önce rastlanmadık biçimde bir yakınlaşma içinde. Yakınlaşma karşılıklı ziyaretlerle sınırlı değil; iki ülkenin askerî alanda çeşitli anlaşmalar imzaladığı biliniyor. Askerî işbirliğini 'stratejik bir ittifak arayışı' olarak görenler de var. İki ülkenin askerî birlikleri ortak tatbikât da düzenliyorlar.
Arap Dünyası, Türkiye'nin İsrail ile yakınlaşma girişimi duyulduğunda, sert tepki göstermişti. Türkiye, bugüne kadar 'darıltmama' politikası izlediği Arap ve İslâm Dünyası'na karşı, İsrail ile yakınlaşmasını "Arapların da lehine" bir girişim olarak takdim etti. Siyasî tedirginlik sürse bile, Türkiye-İsrail işbirliği, bugüne kadar, Arap liderler düzeyinde anlayışla karşılandı. Bölge insanlarının ise, Filistin'e tarih boyunca ilgi duyan Türkiye'nin İsrail ile alenen ittifak kurmasını tasvip etmedikleri biliniyor.
Türkiye ile İsrail arasındaki yakınlaşma, bölgedeki gerilimi azaltacak bir sonuca yarayabilirdi gerçekten de. Ancak, 1995'ten beri gelişen olaylar, Türkiye'den destek alan İsrail yönetiminin, bayağı zor ulaşılmış Arap-İsrail barışını gözden çıkartmasına yol açtı. Zorlanarak ve pahalı bir süreç sonunda ulaşılmış Madrit anlaşması Netanyahu hükümeti tarafından rafa kaldırıldı. Wye'de varılan mutabakata da ayak sürüdü İsrailliler. Bağımsız bir devlete kavuşma ve ekonomik refah umuduyla barış sürecini kabul eden Filistinliler, dışa açılımı bulunmayan iki dar şeride hapsedildikleri ve çalışma izinlerinin de ellerinden alınmasıyla işsiz kaldıkları gerçeğine uyandılar. Başlangıçta Kudüs'ün geleceği üzerinde kilitlenmiş görünen anlaşmazlık, zamanla Filistinliler'in tam bir hayal kırıklığı duymalarına yol açtı.
Netanyahu'nun barış sürecine ayak sürümesi iyice göze batınca ve İsrail'in Filistin yönetimi ile işgal altındaki topraklarda yaşayan Filistin halkına karşı tavrı şiddetlendikçe, bölge insanlarının, İsrail'le işbirliğine giren Türkiye'ye bakışı da daha olumsuzlaştı. Bugün, Kahire'den Tunus'a bütün bir Arap Dünyası, barış sürecindeki tıkanma ve gerilemeden, Netanyahu ile birlikte Türkiye'yi de suçlamakta.
Türkiye'nin İsrail ile yakınlaşması, aslında, İsrail'in de, bu ülkeyi her durumda destekleyen ABD'nin de zararına gelişti. Washington yönetimi, hatta ABD'deki güçlü Yahudi lobisi, İsrail'in güvenilir sınırlara sahip, komşularıyla barışık bir ülkeye dönüşerek sıradanlaşmasını istiyor; Türkiye ile işbirliğinden cesaret alan İsrail ise, muazzam silâh gücüyle bölgede üstünlüğünü kabul ettirmenin peşinde, liderliğe oynuyor. İsrail, Türkiye ile yakınlaştığı son beş yıldır kendisine seçtiği konumla dünya barışına da zarar veriyor.
Türkiye-İsrail yakınlaşması daha çok askerî alanda olduğu ve gelişmeler yüzünden bu alan Türkiye'de 'tartışma dışı' kaldığı için, olay bütün boyutlarıyla ele alınamıyor. Bu sebeple de, Cumhurbaşkanı Demirel'in Mescid-i Aksa ziyaretinde görülen protestonun sebebi pek anlaşılamıyor.
İşin garip tarafı şu: İsrailliler, gelişmelerin kendi lehlerine olmadığını anlayıp sorumlu saydıkları Netanyahu yönetimini değiştirdiler. Başbakanlığa seçilen Ehud Barak barış süreci konusunda daha gerçekçi bir çizgi izleyeceği görüntüsü veriyor. Suriye'yi barışa zorlamada Türkiye'ye ihtiyacı kalmayabilir İsrail'in. Cumhurbaşkanı Demirel, belki de bu endişe ve telâşla, Ehud Barak'ın Washington gezisi öncesi İsrail'e koştu.
Protestonun biçimi Türkiye'nin aklını başına getirmeli.
16 Temmuz 1999 Cuma