YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...


  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

'Zor zamanda konuşmak'

Peter Mansell'in Constantinapol başlıklı güzel bir kitabı vardır. Bu kitap zannediyorum Türkçe'ye de çevrildi. Mansell, kitabında Batılılar'la Osmanlılar arasındaki ilişkiler konusunda ilginç ayrıntılara dikkat çeker. Bu ayrıntılardan bir- kaçını aktarmak istiyorum.

Mansell'in yer ve zaman vererek dikkat çektiği en önemli ayrıntılardan biri şu: 16 ve 17. yüzyıllardan itibaren Avrupa'nın belli başlı ülkelerinde, Osmanlı yönetim biçimi, hayat tarzı, giyim-kuşam stili "taklit edilmeye" çalışılmış. Osmanlılar'ın sanat ve hayat anlayışlarını, zevklerini, beğenilerini "benimsemek" bir ayrıcalık olarak kabul ediliyormuş. Osmanlı sanatının, hayat tarzının Batılı sanatçıları, aydınları elitleri nasıl etkilediğini ve yer yer büyülediğini –tam da adıyla müsemma bir araştırmacı- John Sweetman çok güzel anlatır. Sweetman, The Oriental Obsession / Doğu Tutkusu başlıklı nefis kitabında Osmanlı sanatının, hayatının, zevklerinin hem Avrupalı, hem de Amerikalı sanatçıları, tasarımcıları, dekoratörleri, mimarları, ressamları ve Batılılar'ın günlük hayatlarını nasıl derinden etkilediğini uzun uzun ve somut örneklerle gözler önüne serer. (Sweetman'in bu önemli çalışmasının, Birey Yayıncılık bünyesinde yakında yayın faliyetine geçecek Açılım Yayınları tarafından Türkçe'ye kazandırılacağını anımsatmak isterim.)

Peter Mansell'in aktardığı bir başka ayrıntı da şu: Yine aynı dönemlerde 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Avrupa ülkelerinin belli başlı başkentlerinde her hafta sonu Osmanlılar'a ait mehter takımları, "mehter müziği konserleri" veriyormuş.

Mansell'in dikkat çektiği ve burada aktaracağım son ayrıntı ise doğrudan Batılı yazarlar ve aydınlarla ilgili. Osmanlı'nın son 300-400 yılı süresince Avrupalı belli başlı yazar, sanatçı ve aydın, Mansell'in ifadesiyle "kendilerini daha özgür hissettikleri için" belli bir süre, Osmanlı'nın payitahtı İstanbul'u mesken tutarlarmış. Biz sadece Piyer Loti'yi filan biliriz. Oysa Mansell, kitabında, kendilerini daha rahat, daha özgür ifade ettikleri, yaratıcılıklarını daha iyi gerçekleştirebildikleri, yepyeni keşifler yapabildikleri için İstanbul'u mesken tutan, yığınla Avrupalı aydın, sanatçı ve yazarın ismini zikreder ve İstanbul seyahatlerini anlatır uzun uzun.

Ne var ki, bugün bu durum tam tersi yöne dönmüştür. Dün Batı'dan Osmanlı "yurduna" iskan edilirken bugün biz Osmanlı'nın yerinde yeller esen "kültür, sanat, medeniyet yurdu"ndan, Batı'ya, Avrupa'ya ve Amerika'ya yönelmiş durumdayız. Özellikle son 100-150 yıldan bu yana bizim aydınlarımız ve sanatçılarımız, Batı'ya kaçıyor, Batı'yı mesken tutuyorlar.

Ancak bizim aydınlarımızla, Osmanlı döneminde Osmanlı yurdunu, zevklerini, beğenilerini "mesken tutan" Batılı aydınlar arasında önemli bir fark var: Osmanlı yurdu, Batılı aydınlara sadece esin / ilham kaynağı olmuştur; hepsi bu. Ama bizim Batı'ya yönelen aydınlarımız tam tersi bir tavır sergilemişlerdir: Batı'da yok olmuşlardır.

Hayatımın en verimli 12 yıllık bir dönemi bir Frengistan başkentinde, Londra'da geçti. Ben, Batı'da yok olmadım; aksine Batı'da var oldum: O halde benim, tıpkı Edward Said gibi bir "imalat hatası" olduğumu söyleyebilirsiniz! Çünkü Müslümanlık'la ilişkim daha bir muhkemleşti ve belirginleşti; Batı'yla bilfiil yüzleştim: Hem Batı'nın hem de bizim imkanlarımızı ve zaaflarımızı daha net ve daha ayrıntılı bir şekilde kavramam mümkün oldu.

Orada da hayatımda yazı-çizi, kültür, sanat ve düşünce "iş"leri yoğun bir yer "işgal" ediyordu. Türkiye'ye döneli 2,5 yıl oldu. Şu an Frengistan'daki hayatımı fena halde özlediğimi itiraf edeyim. Önümüzdeki birkaç yıl içinde Frengistan'a yerleşmeyi bile düşünüyorum.

Frengistan'ı yakından tanımış olmanın somut bir şekilde "gösterdiği", fena halde tedirgin edici bir zaafımıza dikkat çekmek istiyorum: İnsan ilişkilerimiz son derece ilkelce, bön ve berbat. Tam bir savrulmuşluk (ve dolayısıyla günü veya vaziyeti kurtarma) psikolojisi; aşiret / kabile / getto mantığı, ilişkilerimizi, kişiliğimizi, ahlakımızı, haysiyet ve onurumuzu mahvediyor; ama kılımız bile kıpırdamıyor.

Öylesine ilkel, bön ve berbat bir ortam ve ilişkiler ağı var ki, birilerine yamanmadığınız, birilerinin sözcülüğünü yapmadığınız sürece, ağzınızla kuş bile tutsanız, bir kıymet-i harbiyeniz olmuyor. Hele de akıntıya kürek çekmek yerine, zoraki olarak varkılınmaya çalışılan bön, berbat, yanılsatıcı, ayartıcı, konjonktürel akıntılara karşı Müslümanlık'tan, ayağınızı bir yere sağlam ve muhkem bir şekilde basmaktan sözediyorsanız, kolaylıkla ötekileştiriliyorsunuz. Tıpkı Mevlana'nın pergel metaforunda olduğu gibi ayağınızı bir "yer"e sağlam basıp, ondan sonra dolaşabildiğiniz kadar "dünya"yı dolaşıyor olmanız bile bir anlam ifade etmiyor.

Oysa yapılması gereken şey tam da bu: Kişiliğinize, ahlakınıza, haysiyetinize, onurunuza, imaginasyonunuza halel getirtmemek. Ama öyle anlaşılıyor ki, bu ülkede, en zor iş bu! Ancak ne olursa olsun, bu zor işe talip olmadığımız sürece, bir arpa boyu yol alamayacağımızı bilelim!

İsmet Özel'i şimdi daha iyi anlıyorum.


9.EKİM.2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Yusuf KAPLAN

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...