YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Bilişim'den
Dizi...

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

'Barış'ı kim getirir?

Mısır'da toplanan Ortadoğu zirvesinden hiç kimse somut bir sonuç beklemiyor. Çünkü bir yanda hep almaya alış(tırıl)mış İsrail'in taviz adına verebilecekleri ile Filistinlilerin yüz yüze oldukları gerçekler arasındaki çelişkiyi göz önüne alan bir yaklaşım sergilenmiyor. Artık kimse, barış süreci denilen "illizyon"un hayal perdesindeki görüntülerin Filistinliler'i ikna etmeye yetmeyeceğini anlamış durumda. Konuşulan sadece tırmanan gerginliğin, şiddetin durdurulması. Bu da yine Filistinlilerden bekleniyor.

Ancak hiç kimse Filistinlilerin neden ayaklandığını sormuyor. Barış sürecinin tek taraflı kazanç esası üzerine yürütülmeye çalışılması Filistinlileri 1967 öncesine hatta 1948 öncesi durumu tartışmaya, hatırlatmaya götürmüştür. Edvard Said son kitabı The End of the Peace Process (Barış Sürecinin Sonu) isimli kitabında çok kritik iki soru soruyor. Oslo anlaşmasından bu yana Batı Şeria'ya 200 bin, Kudüs'e 200 bin yeni Yahudi yerleşimcinin yerleştirildiğini göz önüne alanlar durumun vahametini anlamakta zorlanmazlar. Dünyanın dört bir yanından getirilen Yahudiler hiç görmedikleri, doğup-büyümedikleri Filistin'e yerleştirilirken, doğup büyüdükleri topraklardan sürülen 4 milyon Filistinli mültecinin durumundan söz edilmemesi gibi temel sorular barış sürecinin daha fazla işlemeyeceğini göstermektedir. Çatışma denilen aslında, vaad ile gerçek arasındaki uçuruma karşı gösterilen tepkiden ibarettir. Şartlar, 30 yıldır işgal altında yaşayan halkın tahammül sınırını çoktan aştığını gösteriyor.

100 kişinin hayatını yitirdiği, bunun yarıdan fazlasının çocuk yaşta olduğu, dahası ölenlerden bir elin parmaklarından azının ancak Yahudi olduğu halde medyanın bilinçli biçimde bir savaştan, çatışmadan bahsetmesi olayın ele alınış biçimindeki temel çarpıklığı gözler önüne seriyor. Bu noktada E. Said önemli bir noktanın altını çiziyor: Sırbistan'da Milosoviç'e karşı ayaklanan halkı coşkuyla kutlayan ABD yönetiminin yabancı işgaline karşı direnen Filistin halkına karşı takındığı iki yüzlü tutum Filistin sorunun temelinde yatan çelişkiyi ortaya koyuyor.

Bölge ülkelerinin meşruiyeti

İkinci önemli nokta ise, Arafat dahil olmak üzere bundan sonra tüm Arap rejimlerinin meşruiyetlerinin tartışılır hale gelmiş olduğudur. Hemen hemen hiçbir şey almadan İsrail'le barış yapan bölge ülkeleri, İsrail'in uygulamaları karşısında barış adına susmak ya da kendi halklarının sesine kulak verme tercihi karşısında kalacaklardır.

Şark el-Şeyh'te başlayan zirve aslında Filistin yönetimi dahil bölge ülkelerinin kendi meşruiyetlerini yeniden kazanmak için çözüm arayışından başka bir şey değil. Barış karşılığında Arafat'a gönderilen paranın ancak yüzde 2'si altyapı çalışmaları için harcanmışsa, yüzde 60'ı Arafat'ın bürokratları arasında eritilmişse bu yönetimin Filistin halkını daha fazla temsil etme imkanı yoktur. Filistin sorunu Filistinlileri de aşan, tüm bölge ülkelerini, Arapları ve İslam dünyasını yakından ilgilendiren bir sorundur. Kudüs sorunu çözüme kavuşmadıkça, hangi konuda anlaşma yapılırsa yapılsın her an başa dönme, bölgeyi içine alan bir anafor tehlikesi gözardı edilemez. Kudüs aynı zamanda Hristiyan dünyasını da ilgilendiren bir sorundur. Bu noktada Hristiyan dünyası açısından da Yahudi işgali altında bir Kudüs söz konusudur. Fransa'nın son zamanlardaki tavrı ancak bu noktadan bakılınca anlaşılabilir.

Dün zirvenin açılışında Clinton'ın, barış süreci ile edinilen kazanımları sokağa atamayız şeklinde bir ifade kullanması, sorunun özüne ilişkin konulara değinmekten uzak olduğunu gösteriyor. İsrail kontrollü olarak tırmandırdığı gerginliği tekrar barış masasına oturarak kendi lehine sonuçlandırmayı umuyor. Ancak, dün Ramallah'ta, El Halil'de Arafat yanlılarının da katılımıyla zirve aleyhine yapılan gösteri Filistin'in beklentilerinin barış süreci konsepti içinde karşılanamayacağını göstermektedir. Önemli olan başta ABD olmak üzere masaya oturanların bu gerçeği görme niyetinde olup olmadıklarıdır.

Tüm bu olup bitenlerden Türkiye'nin de kendine ders çıkaracağı çok şey var. Ortadoğu politikasını daha doğrusu İsrail'le yapılan stratejik işbirliğini gözden geçirme ihtiyacı duymaması, olup bitenleri seyrederek diplomatik telkinlerle geçiştirmeye çalışması artık mümkün değil.


17 EKİM 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Akif Emre

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...