![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Kendi baraj altında fikri Meclis Başkanlığı'ndaMeclis Başkanlığı seçimi sürecinde yaşananlar, siyasetin nasıl bir şaşkınlık içinde yalpalandığını bir kez daha ortaya koyuyor. DSP liderinin, MHP'li bir adayı Meclis Başkanlığı'na seçtirmek için kendisini ve hükümeti tehlikeye atacak kadar ileri atılması; bütün bunların sonucu olarak da koalisyonun kurucu ideolojisi olan "istikrar" kozunu ileri sürmesi, normal bir kavrayışa sığmamaktadır. Ancak, hepimiz biliyoruz ki; "mantığın almayacağı şeyler"in siyasetin normalleri sınıfına dahil olması yeni olmadığı gibi, Meclis Başkanlığı seçimi de bu konuda bir ilk değildir. Bu Meclis'in imza attığı, attırıldığı ya da attırılmaya çalışıldığı birçok olayda aynı mantık dışılığın izlerini bulmak mümkündür. MHP'de ısrarın anlamı
Önümüzdeki dönemi ilgilendiren bilgi yine de, işin bu kısmından çok, geçen dönem ANAP'ta olan Meclis Başkanlığı için şimdi MHP'de neden ısrar edildiğinde gizlidir. Yeni dönemde neden, MHP'li bir başkana gerek duyulmaktadır? Soruya verilebilecek ilk cevap bellidir. Bu; devletin zirvesinde Sezer'le birlikte bozulduğu düşünülen dengenin tesisi için düşünülmüştür. Özellikle, MHP'nin üstlendiği ve bazen alenen bazen de gizli kapaklı icra ettiği "anti-demokrat, anti-Avrupacı politika" için Meclis Başkanlığı gerekli ve bulunmaz bir fırsat olarak görülmektedir. Böyle olduğu da bizzat MHP'li aday Ömer İzgi'nin "Biz varken Meclis'te CHP'ye gerek yok" sözüyle aleniyet kazanmıştır. Şu halde İzgi'nin seçilmesi Meclis'te zaten pek hissedilmeyen CHP boşluğunu gidermeye fazlasıyla yetecektir. İzgi seçilecek olursa, o meş'um cümleye istinaden CHP için, "kendisi baraj altında ama, fikri Meclis Başkanlığı'nda" demek de abartı olmayacaktır. Siyasetin devletleştirilmesi
MHP'li bir adayı, DSP ve ANAP gibi bu partinin fikri ve zikriyle alakasız iki destekçiyle Meclis Başkanlığı'na taşıma baskısı siyasetin üç yıl içinde nereden nereye geldiğinin bir göstergesidir. Ortadaki tablo, kutuplaşmanın giderildiği, ideolojik önyargılardan vazgeçildiği şeklinde ve bir "milliyetçi-solcu-liberal uzlaşması" konseptinde yorumlanamayacağına göre geriye siyasetin devletleştirildiği gerçeği kalmaktadır. Bu süreç de zannedildiği gibi sadece 28 Şubat sürecinde RP'nin kapatılmasıyla değil; buna ilaveten iki merkez sağ liderin Yılmaz ve Çiller'in o dönemde Meclis'te dördüncü parti olan DSP'ye ve Ecevit'e güle-oynaya azınlık iktidarı bahşetmeleriyle başlamıştır. Bu yol açıldıktan sonradır ki, Türkiye'de sosyal demokrasi adına değil rüzgar, yaprak kımıldatacak bir esinti bile yokken DSP yapılan ilk seçimlerde birinci parti olabilmiştir. Şüphesiz bu, sosyal demokrasiye verilen bir destek değildi zira; öyle olsaydı CHP baraj altına itilmezdi. 18 Nisan seçimleri apaçık, "İstikrar + Ecevit - Merkez Sağ" yapay denkleminin sonucudur. Siyaset şimdi; işte bu bozulan koordinatlara mahkum pozisyondan kurtulamamaktadır. Siyasi partiler, ideallerin ve vaadlerin değil, kendilerine verilen görevlerin icracısı durumuna indirgenmişlerdir. Ömer İzgi gibi, MHP'nin Meclis Başkanlığı için ısrar ettiği önemli bir ismin "Ha CHP, ha biz" demeye getirmesi de bundandır. Bugüne kadar, görev verilmiş de yapılmamış mıdır?
mkaraalioglu@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|