![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
İnişi olmayan bir hayat için...Bugün insanlık tarihinin ayrılmaz bir parçası olarak gördüklerimizin, daha doğrusu "Onları saymazsak, insanlığın serüveni eksik kalır", diye andıklarımızın sırrı neydi acaba? Çok başarılı olmaları mı, girdikleri her kavgadan zaferle çıkmaları mı, entrikalara iyi uyum sağlamaları ya da entrikalardan etkilenmemenin bir yolunu bulmaları mı? Benim okuduğum biyografiler bunların hiuçbirini onaylamıyor. Tanıdığım ve zihnime ve gönlüme kazıdığım hayatların serüvenleri de yukardakileri onaylamıyor... Tek bir sır var: Ait olduğumuz insanlık tarihinin ya da kendi kişisel tarihimizin vazgeçilmezleri arasına giren insanlar, ya en tepeden başlama imkanları varken gönüllü olarak bundan vazgeçip en alt basamaktan başlamayı göze alabilmiş insanlar, ya da tırnaklarıyla kazıya kazıya en alt basamağından başladıkları hayat serüveninde en tepe noktaya ulaşsalar da, en tepede olmanın sarhoşluğundan kaçmayı becerebilmiş insanlar. Basit bir yasa bu, her çıkışın bir inişi var, sürekli çıkmak için çıkılan ve en son noktasına ulaşılan kulvarın terkedilmesi ve yeniden başlamanın bir yolunun bulunması gerekiyor. İnsanın bulunduğu yerde "hayatının en verimli çağında" olup olmadığına kendisinin karar vermemesi, bu hükmü hayata bırakması gerekiyor, hakedilmiş bir yaşamın lezzetini tadabilmesi için... Bu gözle baktığımızda Fatih Terim İtalya'ya gitme kararını almakla hayatının en isabetli kararını vermiş oldu. Başarılı olmayı kendi hayatının duraklarından biri haline getirme cesaretini gösterdi... Tırmandığı zirveye abansaydı ve zirvede "kiracı" gibi değil de "ev sahibi" gibi davranmaya başlasaydı, "zirve" manzaralı bir mevzi olmaktan çıkacak, dört duvar arasının zevksizliğine dönüşecekti. En büyük problem zaten "İnsanın bu dünyada kendisini evinde hissetmesinde ahlaki bir problem vardır" diyen filozofun felsefenin labirentlerinden bakarak dillendirdiği hakikatin, gerçekte gündelik hayatın sıradanlığı içinde devinen o müthiş "sır"rın ta kendisi olduğunun farkedilememesi. Bugün mecburen katlandığımız siyasi liderlerin hepsi, o "en tepe nokta"da anlamlı bir kaç küçük jest yapabilselerdi, ait olduğumuz insanlık tarihinin vazgeçilmezleri, "insanın biricikliği"nin numuneleri olarak anılacaklardı... Fakat "zirve"yi "manzara" seyredilecek bir mevzi olarak görmediler, bizzat zirveyi manzaranın kendisi zannederek seyretmeye başladılar. Oysa yedeği olmayan, biricik olan insan hayatında ulaşılan her "zirve", insana insanlığını duyumsatan "metafizik ve doğal manzara"yı daha mükellef seyredebilmek için bahşedilmiş bir nimettir. Nimete en büyük nankörlük de nimeti fırsat zannetmektir... "Nimet"i "fırsat" zannedenler, o derin hakikati duyumsama yeteneğinden yoksun olanlar, manzara seyretmek için çıkılması gereken yerleri manzaranın kendisi zannediyorlar ve manzaraya sırtlarını dönerek kendi küçük iktidarlarını seyre koyuluyorlar. Oysa bütün mesele insanın "kendine ait bir hayat"ı olması... Kendine ait bir hayatı olanlar, iktidarın zirvesinde de, küçük bir kulübedeki sobanın yanında da "aynı sıcaklığın" açlığını çekerler. Kendine ait bir hayatı olmayanlar ise, o "namert soğukla" başbaşa kalmak uğruna koca bir hayatı gün be gün eritirler... İster kişisel tarihimizi yoğuran bir aşk olsun, ister içinde yer aldığımız milletin kaderini etkileyecek kadar büyük bir siyaset olsun, insan kendisi için "en verimli çağım" diye bir hurafe uydurmamalı ve zamanında çekip gitmeyi bilmeli. "Zamanında çekip gitmenin" tek ölçüsünün de en tepe noktadayken ayrılmak olduğunu bilmeli. Büyük mürşid Mevlana'nın dediği gibi, "Pencerenin camına bakan sadece camdaki kiri görür, ancak camdan öteye bakan pencerenin dışındaki manzarayı görür..."
ocelik@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|