| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Yavaş ve emin adımlarlaYazacak çok şey var da, nereden başlamalı? Bana en dokunan, fazla uzakta olmayan birinin, bana mesaj olarak naklettiği, "İçeriden haber var: Umut operasyonunda gözaltına alınanlar, 'Uğur Mumcu'yu öldürdüğümüze ikna etmek için daha ne yapmamız gerekir?' diyorlar" sözü oldu... Ben, 'Umut operasyonu' başından beri, "Uğur Mumcu'yu bunlar öldürmüş olamaz" diyorum ya, bunlar yazdıklarımı okuyup şaşırıyorlarmış güya... Espriyse bile kötüydü... Karşımıza "Uğur Mumcu'nun tetikçileri" diye çıkartılan kişilerin eylemleri gerçekleştirmiş olabileceklerine bir an bile inanmadım ben. Sebebi basit: Prof. Muammer Aksoy'dan Prof. Ahmet Taner Kışlalı'ya uzanan siyasi suikastlar zinciri 'usta işi' eylemler; çaycılık, getir-götür işleri yapan birileri bunları boş vakitlerinde gerçekleştirmiş olamazlar... Derin ilişkisi olmayan kişilerin becerebileceği türden eylemler değil son on yıla damgasını vuran cinayetler... Bir meslektaş kaynağından aktarmıştı. Yusuf Karakuş ve arkadaşları Emniyet'te tutulurken devletin başka bir birimi daha Karakuş'u sorgulamak istemiş... Emniyet direnmiş, "Bu bizim işimiz, size ne?" diye tafralanmış... Ancak, büyük yerden emir getirilince, kendileri de sorguda bulunmak şartıyla, razı olmuşlar... Meslektaş, kaynağından öğrendiği olayı şöyle aktarmıştı: "Sorgulamak üzere gelen kişinin elinde bir fotoğraf varmış... İlk yaptığı iş fotoğrafı Yusuf Karakuş'un yüzüne tutmak olmuş, hem de galiz küfür eşliğinde, 'Bunu tanıyor musun ulan' filân diyerek..." Güvenlik ve istihbarat dünyasını bilen meslektaş, Behbahani olayı sırasında ünlenecek 'kontrol sorusu' kavramını o vesileyle kullanmıştı. Sorguya giren kişinin yönelttiği 'kontrol sorusu' imiş... Nitekim, aldığı cevapla yetinmiş sorgucu ve fazla ileri gitmemiş... Ankara Emniyeti, yanlış köşeyi dövdüklerini o 'kontrol sorulu' karşılaşma sırasında anlamış olmalı... Böyle durumlarda hep olur; olayı dinlediğim günden beri kafamı bazı sorular kurcalıyor: Acaba Yusuf Karakuş'un yüzüne tutulan kimin fotoğrafıydı? Herhalde o fotoğrafla kendisine bir mesaj verildi, ama ne? 'Umut operasyonu' ne işe yaradı? Operasyonu kim planladıysa bundan epeyi yan etki derlediğine hiç kuşku yok. Yakalanan kişiler bir gazeteyle irtibatlıydılar; mensupları ve okurlarının üzerine sert biçimde gidilmesi yüzünden gazete kapanmak zorunda kaldı. Bu o çizginin tasfiyesidir... Başka operasyonlarla bazı grup veya yayın organlarının da tasfiye edileceğini düşünüyorum... Esasen o tür operasyonlar, esas işe yaramasalar bile, yan etkiler elde etmekte bire birdirler... Ankara Emniyet müdürü Kemal İskender'in, "Uğur Mumcu'nun kâtilleri diye yakaladıklarımız o eylemi işlememişler" dediğinin duyulmasından sonra medyanın tavrına dikkat ettiniz mi? Hepsi, vaktiyle kendi yazdıklarını hiç umursamaz bir tavır takınıverdiler... Operasyonun ikinci günü çelişkileri manşetine çıkaran ve sonradan zaman zaman o çelişkileri hatırlatmaktan geri durmayan Hürriyet'in hakkı; ama sadece "Medya yanlış davrandı" demekle yetinen diğerlerine ne oluyor? Bizde zaten tarih her seferinde yenilenir, defalarca tekerrür eder; kabahat samur kürk olsa kimseler üstlenmez... Japonya'da yaşıyor olsaydık, gazetesine günler boyu "İşte kâtiller..." manşetini atan yayın yönetmenleri, "Gördünüz işte, daha önce 200 kez yazdığımız gibi, İran suçlu çıktı" diye yazan başyazarlar harakiri yapmak zorunda kalırlardı... Bizimkiler, "Polis bizi yanılttı, yav..." vıcıklığıyla yetiniyorlar... Japonya'da olsa, bu vahim tavrı sergilemiş olan gazeteler, bir daha kimse alıp okumayacağı için, satışsızlıktan kepenk indirirdi... Bir kişiye takdirlerimi iletmenin tam zamanı. Gerçi kendi ölçülerime vurduğumda Yusuf Karakuş ve arkadaşlarının Uğur Mumcu cinayetini işlemiş olabileceklerine inanmamıştım, ama düşündüğümün doğru olduğuna güvenimi artıran Hürriyet'in "MİT'in numaralı ajanı" olarak bilinen 'Siyah' kod adlı yazarı oldu. Sağlam bir kaynağa dayandığını bildiğim için, 'Siyah' kod adlı yazarın sütununu daha yakından izlemeye aldım o günler boyunca ve onun yayın çizgisi de, yanlış düşünmediğimi gösterdi bana... Hem o, hem de sütununu elinde tutmasını sağlayan Hürriyet yönetimi sağolsun. Yaklaşık iki aydır burada gündemden düşürmediğim 'ajan gazeteciler' konusuna kulaklarını tıkayanların, okurları yanıltan medyadan şikâyetçi olmaya hakları yok. 'Ajan-gazeteci' deyince belki ilk akla gelen MİT ile irtibatlı olanlar; ama Mehmet Eymür'ün sonradan hatırlattığı gibi, başka istihbarat birimleriyle içli-dışlı olan gazeteciler de var... "Emniyet ve Emniyet istihbaratı ile 'al takke ver külâh olan' gazeteciler kim?" sorusunun cevabını vermek, 'Umut operasyonu' sırasında yaşananlarla epey kolaylaştı sözgelimi... Hatırlamadınız mı? Eymür'ün sitesinde (www.atin.org) iki kişi arasında geçmiş bir konuşmayı aktarması ile, 'gazeteci' kimlikli bazı kişilerin, JİTEM'den aldıkları fotoğrafları para karşılığı gazete ve televizyonlara sattıkları ortaya çıkmıştı. Bunlardan birine, Eymür, 'Tunca' adını münasip görmüştü. Bir dost, "Bize de fotoğraf pazarlamaya kalkmıştı o tip" bilgisini verdi bana; adı Tuncay'mış... Yavaş, ama emin adımlarla yürümeye devam...
tkivanc@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|