| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Teker tekerŞu sıralar bütün dünya ile birlikte Türkiye'de de Suriye gündemde. Bu doğal, çünkü ülkenin son 35 yılında merkezî rol oynamış Hafız Esad öldü; yeni liderin kimliği Ortadoğu gibi çok bilinmeyenli bir denklemi çözme açısından hayatî önem taşıyor... Suriye, bizde, şu günlerde bir başka sebeple de gündemde: Ben... İşte bu hiç doğal değil... Dün, çok satan bir gazetede, sağa sola sataşmasıyla ünlü, 'haysiyet sınavı'nda çakmış bir yazar, "Aferin bu adama" başlığı altında bana sataştı. Daha önce bana 'çeyrek altınlı' gazetecilik ödülleri verilmesini sağladığı halde, son yıllarda kendisinden hiç "Aferin" alamadığım için, benden bahsettiğini anlamayabilirdim. Ancak, yazıya girerken okurlara iki ipucu vermeyi ihmal etmemiş: Biri, yıllardır kaleminden düşürmediği 'takkeli liboş' sıfatı; diğeri de, kendi sözcükleriyle, "Son haftalarda ısrarla bazı gazetecilerin 'MİT ajanı' olduğunu" vurgulamam... İpuçları bundan ibaret değil; bir de sonradan başımı çok ağrıtmış, hayatımın akışını değiştirmiş Suriye maceram var. Benim 'uzunca bir süre' Suriye'de yaşadığımı, orada 'eğitim gördüğümün söylendiğini' yazıp şu cümleyi ekliyor: "Oraya hangi amaçla gittiği, ne eğitimi gördüğü, ne yaptığı fazla bilinmiyor." Ardından da esas bomba patlıyor: Oradayken, Esad yönetiminin başdüşmanı Müslüman Kardeşler örgütünün içine sızmışım... Ayrıca Hafız'ın güçlü istihbarat örgütü olan Muhaberat'tan bazılarıyla ilişki kurmuşum... Bu kadarla kalsa iyi, Topladığım bilgileri ve aldığım duyumları devamlı olarak Türk temsilciliklerine ve MİT mensuplarına getirmişim... Aldığım direktiflerle yeni bilgiler edinmiş ve onları da aktarmışım. İsmim bu değerli hizmetlerim nedeniyle 'devlet kayıtlarında' yer almış... "Bunlar kesin bilgiler" diyor yazar... Bugüne kadar 'ajan', 'ikili taraflı ajan' gibi kavramları duymuştum, ama 'üç taraflı ajan' benim gibi bu işin edebiyatına meraklı olanlar için bile yeni bir kavram. Bir çok vesileyle yazdığım için biliniyor: Yazarın kalemine doladığı Suriye günlerim, o sıralarda hayatımın amacı olarak gördüğüm ve kendimi hazırladığım 'üniversite hocalığı' arzumu engelleyen bir 'MİT raporu' halinde karşıma çıkıp durdu sonraları. Bir keresinde sınav kazandım, "Atanmanız uygun görülmemiştir" diyen bir yazıyla umutlarım boşa çıkartıldı; daha sonraki bir sınavda, sırf ben kazanmayayım diye, eleman ihtiyacı olduğu halde, bölüme kimse alınmadı. Şimdi bana "Aferin" diyen yazar, geçmişte, aynı 'kesin' bilgileri sanki 'Suriye casusu' imişim gibi kullanmıştı... İşin doğrusu şu: 1979 yılının başında Suriye'ye gittim. Uluslararası ilişkiler dalında akademik kariyer yapmayı arzuladığım için İngilizce'nin yanında Arapçamı da ilerletmek istiyordum. Şam'da her milletten insanların dil öğrenmek için tercih ettikleri Dar-üs Selâm'da Arapça kurslarına devam ettim. Okulda, başka büyükelçilikler ve uluslararası kuruluşların görevlileriyle birlikte Türkiye büyükelçiliğinde memur olan öğrenciler de vardı. Oradayken, Yeni Devir gazetesine 'Şam mektupları' da yazdım... Şam'daki yedi ayımın hiçbir karanlık yönü yoktur. Ortalık çok karışıktı o günlerde; Müslüman Kardeşler rejim-karşıtı eylemler düzenliyordu. Bunlardan birinde, Halep'teki Askeri Akademi basılmış 30 kadar askeri öğrenci öldürülmüştü. Bana saldıran yazarın 'kâtil' dediği Hafız Esad ülkede tam bir terör estirmeye başlamıştı. Bırakın Müslüman Kardeşler'in içine sızmayı, ortada İhvan olduğundan kuşkulanılan kişi bile kalmamıştı. Muhaberat'ın hışmını çekmeniz için sakalınızın bulunması veya geleneksel giysilere düşkün olmanız bile yeterliydi. Bütün bunları Arapça öğrendiğim okuldaki çevremle, tanıdıklarımla paylaşıyor, üstelik korktuğum halde, Yeni Devir'e yazmaktan da geri durmuyordum. Suriye'nin o dönemini bilmeyenlere küçük bir ayrıntı: Suriye ile Türkiye arasında telefon irtibatı yoktu, sevdiklerim ve gazeteyle haberleşmemde mektup aracılık ediyordu. Şam'da mektupların postaya verilebileceği tek bir postane vardı; bir önceki mektupla gönderdiğim yazının âkıbetini bilmeden içinde yeni yazımın bulunduğu bir sonrakini atmaya gitmem her zaman yürek çarpıntılarına sebep oluyordu. İlgi çekici yön herhalde sizin de dikkatinizi çekmiştir: 'Haysiyet sınavı'nda çakmış bu yazar, kendi içinde çelişkili bu 'üçlü ajanlık' teorisi için, "Kesin bilgidir" demekte. Acaba nasıl bir 'kesin bilgi' bu? 'Siyah' kod adlı ajan-gazeteciye gelen cinsten 'zarf içinde' ulaştırılmış bir bilgi olabilir mi sözgelimi? Anlattığı hikâyenin tutarsızlığını onun kıt olan zekâsı bile tespit edebilirdi; aklını geri plana itmesine sebep olacak 'kesinlikte' bir bilginin nereden geldiğini tahmin etmek pek zor değil aslında. Kartların açık oynanmaya başlamasına itirazım yok; sadece bir tek ricada bulunacağım: Daha kim varsa, hepiniz çıkın ortaya; yeter ki teker teker gelin!
fkoru@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|