YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Andıç, soygun ve Çölaşan

Evvelki gün, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ile kısa bir sohbet yapma fırsatını buldum. Tabii, ana konu, aftı.

"Hortumcuların" zararı tazmin etmeleri mukabilinde, aftan yararlanmalarını savunmadığını söyledi, Hikmet Sami Türk. Bu, sadece bir seçenekti. Adalet Bakanlığı bünyesinde hazırlanan 5 farklı seçenekten biriydi ve Özal döneminde, 1991 yılında uygulanmıştı. Borcunu ödeyen aftan yararlanmıştı.

Türk'ün tercihi

Türk, kendi tercihinin infaz indirimi değil, af olduğunu söyledi. Çünkü o da, "eşitlik" gerekçesiyle, 10 yıllık ceza indiriminin yaygınlaştırılacağı, istisna kapsamına giren mahkûmların da, Anayasa Mahkemesi kararı ile kanundan yararlanabileceği endişesini taşıyordu. Ortaklar anlaşabilse, en iyi çözüm veto edilen affın bir benzerini çıkarmaktı, Türk'e göre.

Mamafih Adalet Bakanı, bankanın içini boşaltanların ceza indiriminden yararlanamamaları için, 23 Nisan 1999 tarihinin önemli bir güvence olduğunu söylüyordu. Zira batık bankacılar 4422 sayılı 30/Temmuz/1999 tarihli çete kanununa (Çıkar amaçlı suç örgütleriyle mücadele kanununa) göre yargılanıyordu. Bu kanun 23 Nisan 1999'dan sonra kabul edilmişti. Davanın ilerleyen safhalarında sanıklar çete kapsamından alınıp yeni Bankalar Kanunu'na göre yargılansalar dahi, söz konusu yasada cezanın üst sınırı 12 yıl olduğu için, gene adaletten kurtulmaları mümkün değildi.

Bu durumda sadece, 23 Nisan 1999'dan önce, 8 Ocak 1999 tarihinde el konulan İnterbank sorumluları (Cavit Çağlar, Teoman Koman vs) rahatlayabilecekti.

Andıç ve demokrasi

Banka soygunları meselesini canlı tutmak gerekir. Bu soygunların temelinde andıçlanan demokrasi yatıyor.

İşte, Tansu Çiller'e karşı onbaşı kampanyası düzenlenmesini emreden Eylül 1997 tarihli andıç da ortaya çıktı.

DYP merkezlerine, onbaşılığın faziletini anlatan faks ve mektuplar gönderilecek; böylece partililer psikolojik baskı altına alınacaktı. (Kaynak: 22 Kasım 2000 tarihli Yeni Şafak gazetesi)

Çiller'in CIA ajanlığı ve uyuşturucu kaçakçılığı gene aynı tarihlerde dillendirilmişti. Herhalde arka planında bir başka andıç vardı.

Emin Çölaşan'ın, şahsımıza yönelik saldırıları yılan hikâyesine döndü. Bence, hepsinin gerisinde, farklı andıçlar yatıyor. Beraat kararının Yargıtay'da görüşüldüğü şu günlerde, konunun ısıtılıp gündeme getirilmesi de, doğrusu hayli ilgi çekici.

Akşam'ın sorumlusu Sualp Kalleci'nin iddialarını sütununa taşıyor Çölaşan: Mehmet Ali Ilıcak'ın vermediği 30 bin televizyonu Karamehmet veriyormuş...

Bir işadamı... gözünü kırpmadan, Erol Özkasnak Paşa'nın talimatıyla benim ve oğlumun işine son veren Mehmet Emin Karamehmet, bizim hatırımız için mi, bu televizyonları dağıtıyor? Yoksa, hak ve vecibeleriyle Akşam'ı devraldığı için mi, bu yükümlülüğünü yerine getiriyor?

Karamehmet, tek bir kuruş ödemeden, sadece borçları karşılığında Akşam'ı ve tesislerini aldı. Nitekim, gecikerek bu vecibeleri yerine getirdiğini de 16 Haziran 1998 tarihinde Akşam'da yayınladığı ilânda açıklıyordu: "Akşam yönetimi hak sahiplerine TV'lerini dağıtmaya başlıyor. ...Bilindiği üzere gazetemiz geçen sene (1997) Haziran ayında el değiştirmiş, ancak derlenip toparlanması zaman almıştır. Bu bir yıllık gecikme dolayısıyla okurlarımızın hoşgörüsüne sığınıyoruz." (İmza: Sualp Kalleci)

Yukarıdaki açıklamadan da anlaşılacağı üzere, Karamehmet kendi mükellefiyetinin icabını yerine getiriyor. Bu bir.

İkincisi, Mehmet Ali Ilıcak birinci kampanyada bütün televizyonları fazlasıyla dağıttı. Bu husus, vergi denetmenleri ve bilirkişilerin raporlarıyla ayrıca mahkemelerin beraat kararlarıyla ortaya çıktı.

Birinci kampanya bitiminde, isteyenin, 3 ay daha kupon biriktirmek suretiyle 37 ekran yerine 51 ekran televizyon alabileceği ilân edilmişti. Ama, Kartel'in dağıtım şirketi Biryay, Akşam'ın dağıtımını durdurdu ve ikinci kampanya yarım kaldı. 37 ekran kuponlarını tamamlayıp da 51 ekran için ek kupon biriktirmeğe başlayanlar, bu defa dönüp 37 ekran televizyonlarını istediler. Dağıtım durunca, Akşam sıkıntıya düşmüştü. Zaten bu yüzden Mehmet Ali, Akşam'ı, Karamehmet'e, sadece borç ve taahhütleri mukabilinde devretmişti.

Şimdi, -gecikerek bile olsa- bu vecibe yerine getirilmektedir.

Ortada ne dolandıran, ne dolandırılan, ne de dolandırıcılık fiili vardır. Mücbir sebeb dolayısıyla gerçekleştirilemeyen taahhütler, yeni patron Karamehmet tarafından mecbur olduğu için, yerine getiriliyor.

Çölaşan bu gerçekleri bilmez mi? Elbette bilir. Öyleyse neden, üç yıl önce Akşam'ın Karamehmet'e geçtiği gerçeğini de göz ardı ederek, haysiyet cellatlığına soyunuyor?

Bu sorunun cevabını muhtelif andıçlarda bulabiliriz: "Bazı gazeteciler ve politikacılar aleyhine, maksada uygun bilgi notları hazırlanacak; dost basın mensupları kanalıyla karalama ve yıpratma kampanyaları düzenlenecek"

Teoman Koman'la birlikte İnterbank'ın içini boşaltan Cavit Çağlar'ı yazacak değil ya Çölaşan. Veyahut Etibank'ın kaynakları ile zenginleşen Dinç Bilgin'i hedef alacak değil ya. Eline tutuşturulan andıçlar, hiç 28 Şubat'ın gözde isimlerine dokunur mu?

Bence araştırmacı gazeteci (!) olarak Çölaşan, Sualp Kalleci'ye şu soruları sorsun:

- Çukurova grubu şirketlerinin aldığı taahhüt karşılığı ihracat kredileri, ne tip bir ihracatla kapatılıyor?

- 1980'li yıllarda Tantan dosyalarının muhatabı olan ve hapis yatan, zaman aşımından dolayı yakayı kurtaran işadamı ve şimdi bir gazetenin yönetim kurulu başkanı kimdir?

- İnterbank Cavit Çağlar'a hangi şartlarda devredilmiştir? İnterbank'ın o tarihte taşıdığı grup riski, bir hortumlanma intibaını yaratacak düzeyde miydi?

- Çukurova grubuna ait bir bankanın genel müdürlüğünden - grubun usulsüz kredi taliplerinden bezdiği için - ayrılan var mıdır?

Coşkun ve Söylemez

Gene dönelim banka meselesine... Fazilet Partisi, bu konuyu canlı tutma kararını taşıdığı için, bir gensoru önergesi veriyor. Evvelce genel görüşme Meclis'te tartışılmış, ama, iktidar partilerinin oylarıyla esasa geçilmesi önlenmişti. Oysa genel görüşmenin müzakerelerinde, o kadar çarpıcı konuşmalar yapıldı ki.

Ali Coşkun (FP): "...Siz değil misiniz, Bankalar Kurulu'nu derhal atamayarak, vurgunun, soygunun seyircisi olanlar! Siz değil misiniz, halkı yanıltan bir kısım medya patronlarına, devletçe menfaat sağlanmasına göz yumanlar! Siz değil misiniz, bankaların patronu durumundaki Hazine Müsteşarlığı gibi önemli bir makamda, dört müsteşarı değiştiren. Müsteşarlarınız mı bu vurguna ayak uyduramadı, yoksa sizin isteklerinize mi uymadılar? Bu çaptaki işlerin bir siyasi himaye görmeden olup bittiğine kimse inanmaz.

Hortumcunun maaşlı adamı, devletin Hazine'den sorumlu bakanı olabilmiş!!! Halkın seçtiği bir iktidara karşı, ışıkları söndürenler şimdi nerede? Aydınlık için bir dakika karanlık diyordunuz. O bir dakika karanlığınızda ne dolapların döndüğünü halâ görmeyecek misiniz?"

Ufuk Söylemez (DYP): "Soruyoruz: Haziran 1999'da Egebank'ın malî bünyesi hakkındaki murakıp raporlarıyla ilgili ne gibi bir işlem yapılmıştır? Bir sayın bakanımızın intiharına denk gelen bu olay mutlaka izah edilmeli, haziranda battığı söylenen bankaya, niçin 1999 Aralık'ına kadar müdahale edilmediği açıklanmalıdır. Egebank, İnterbank gibi bankalarda, tehlike varken koyduğumuz şube açma yasaklarını kim, niçin kaldırmıştır? Hazineden sorumlu bakanlar, bu bankaların sıkışık durumunu bilmelerine rağmen, hangi vicdanla para karşılığı iş ilişkisine, danışmanlık ilişkisine girebilmişlerdir?

...Etibank'ın 13 Ocak tarihli Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı var elimizde. Bir bankası batmak üzere olan, 64'üncü madde takibinde bulunan bir kişiye, nasıl bir başka banka verebilirsiniz?"

İyimaya'nın soruları

DYP Amasya milletvekili Ahmet İyimaya da, Başbakan Ecevit'e yönelttiği sorularla, konuyu gündemde tutma çabasında olanlardan biri:

1)Son beş yıl içinde, kamu bankalarından özel banka ve şirketler ile, gerçek-kişi girişimcilere aktarılıp da, vadelerinde geri dönmeyen toplam para tutarı nedir?

2) Bunlardan temerrüde düşmüş ve fakat hiçbir şekilde tahsil edilemeyen veya batık para tutarı ne kadar TL'dir?

3) Son beş yıl içinde kamu görevleri herhangi bir nedenle sona erip de kamu/özel bankalarda, şirketlerde veya gerçek/tüzel kişi girişimci nezdinde hizmet, eser, müşavirlik, vekâlet yahut başkaca bir özel hukuk ilişkisine dayanarak çalışmış yahut çalışmakta olan üst-düzey sivil/asker bürokratlar konusunda, devletin elinde bir envanter var mıdır? Yasalardaki "iki yıl çalışma yasağı" kuralının bu tür dolaylı ilişkileri de kapsaması karşısında, bir hukuk önlemini işletmeyi düşünmekte misiniz?

4) "Durumdan vazife çıkarma" söylemleri ile kamuoyu duyarlığının körleştirildiği dönemlerin, devletin soyulduğu dönemler olduğu kanısını paylaşıyor musunuz? Ünlü "vazife çıkarma" nakaratının, geleneksel yolsuzluk örtüsü olarak kullanıldığı gözlemine katılıyor musunuz?

5) Kamuoyunun görüşüne uyarak, iç tehdit sıralaması konseptini değiştirme girişiminde bulunacak mısınız? Önümüzdeki MGK toplantısına "1'inci iç tehdit: yolsuzluk ekonomisidir" yönünde bir teklif götürmeyi düşünmekte misiniz?

28 Şubat, andıç, soygun ve Emin Çölaşan... Bunlar içiçe geçen meseleler. O bir dakika (!) karanlıkta, 28 Şubat'a alkış tutanların nasıl bir menfaat düzeni kurdukları ortada. Bakalım Dinç Bilgin'den sonra sıra ne zaman Aydın Doğan'a gelecek?


23 KASIM 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Nazlı ILICAK

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...