![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Din istismarı ve irticaÖnümüzdeki günlerde, Meclis gündemine irtica ile ilgili yasalar geliyor. Halâ, 28 Şubat iklimi hüküm sürüyor. Önce tüzük değişikliği ele alınacak. Tüzük değişikliğinde, amaçlardan biri muhalefetin sesini kısmak, etkisini kırmak; diğeri ise 56'ncı maddedeki kıyafet şartlarını yeniden düzenleyerek, hanım milletvekillerine başörtüsü yasağı getirmek. Meclis iradesi
Meclis'in iradesine kalsa, büyük çoğunluk, böyle bir yasağı benimsemezdi. Özellikle hayatın her safhasında hanımlara uygulanan bu baskının, bir de Meclis'e yansıması, zulmü hem meşrulaştıracak, hem yaygınlaştıracaktır. Nitekim geçtiğimiz aylarda her partiden bir temsilcinin katıldığı Anayasa Alt Komisyonu'nda başörtüsüne karşı tavır benimsenmemişti. Ama liderlerin telkiniyle, Anayasa Komisyonu, Alt Komisyon'un raporunu o noktada değiştirdi ve milletvekillerinin Genel Kurul'a başı açık olarak katılacağı ilkesini onayladı. Burada bir tesbit yapmadan geçemeyeceğim. Tüzük değişikliği ile başörtüsü yasağı getirilmek istendiğine göre, demek şu anda böyle bir engel mevcut değil. Öyleyse, niçin Merve Kavakçı Genel Kurul'dan dışarı atıldı ve adeta bir darbe havası estirilerek yemin etmesi engellendi. Neydi o Demirel'in gece katıldığı Kurtul Altuğ'un programında, Merve Kavakçı'dan "Ajan-provokatör" diye bahsetmesi. Ve diğer gelişmeler: Kavakçı'nın, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından atılması, hakkında 312'den dava açılması vs... Merve Kavakçı, başörtülü olarak milletvekili seçilmişti; Yüksek Seçim Kurulu'ndan o şekliyle mazbatasını almıştı. Milli iradenin temsil edildiği bir çatı altında, kaba kuvvet kullanılmak suretiyle yemin etmesi engellendi. Yargısız infaz
Gündeme gelmesi beklenilen bir diğer düzenleme de memurlara ilişkin yargısız infaz tasarısı. Keyfiliğin varabileceği boyutları, mevcut uygulamalar kısmen gösteriyor. Daha önce de bu sütunlarda belirttiğimiz gibi, Samsun İdare Mahkemesi'nin hâkimleri eşlerinin başörtüsü ve özel yaşantıları dolayısıyla -irticacı oldukları gerekçesiyle- Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na şikâyet edildiler. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun kararlarına karşı yargı denetimi yok. Dolayısıyla müfettiş raporuyla şikâyet edilen hâkim ve savcılar savunma haklarından da mahrum bırakılmış olacaklar. Madde 24 ve Prof. Erdoğan
Anayasa'nın laikliği muhafaza eden 24'üncü maddesi, çok karmaşık bir üslûpla kaleme alınmıştır. Neredeyse dine atıf yapmak dahi, din istismarı olarak değerlendirilmektedir. Anayasa profesörü Mustafa Erdoğan bir makalesinde, Türkiye'de hukuk dilinde sıkça kullanılan istismar kelimesini inceliyor: "Din istismarının nesnesi dindarlar olmakla beraber, failleri genellikle, dini inancında samimi olmayanlardır. Çünkü normal olarak dindar bir insanın, dindaşlarının dini inanç ve hissiyatını kendi çıkarı yönünde kullanması daha zayıf bir ihtimaldir. Şunu da belirtelim ki, siyasette dine yapılan atıfların hepsi, din istismarı olarak yorumlanamaz. Gerçekten de, laik bir sistemde bile, siyaset yaparken dine atıfta bulunmak, kimi zaman bir zorunluluk haline geliyor. Zira, din, sadece bir bireysel inanç değildir; o aynı zamanda toplumsal bir gerçekliktir. Resmi söylemdeki, 'Dünya işlerine karışmayan din' tem'ası, bu yüzden semavi dinlerin hakikatine ters düşüyor; hiçbir semavi dinin birincil konusu öte dünya değil. Öte dünya, kimi dini buyrukların Allah tarafından müeyyidelendirilmesiyle ilgili. Toplumun, dini alanda yaşadığı sorunların bir kısmını, talepler şeklinde siyasete yansıtmasından doğal bir şey olamaz. Özgürlük talebi ve ayırımcılığa uğratılmama talebi şeklindeki dini kaynaklı söylemlerin, demokratik siyasetin bir parçası haline gelmesinde şaşılacak bir şey yok. Kaldı ki Türkiye'nin kendine özgü laiklik modeli, toplumun, din hizmeti isteklerini de meşrulaştırmaktadır. Bu sebeblerden dolayıdır ki, siyasette dine atıf yapılmasını kategorik olarak istismar sayan anlayış ne demokratiktir, ne de gerçekçidir. Anayasa'nın 24'üncü maddesi, siyasi parti, dernek, vakıf veya politikacıların faaliyetleri esnasında, dini kavramlara şu veya bu şekilde atıfta bulunmalarını, devlet düzenini din kurallarına dayandırma amacıyla, dinin istismar edilmesi olarak yorumlamaya açıktır. Türkiye'de din istismarı hukuki bir kavram olmaktan çok, kendi mahrem alanları dışında da varolmak isteyen (bu amaçla siyasi partiler, vakıflar ve dernekler içinde örgütlenen veyahut kamuya ait çeşitli iş yerlerinde çalışan) dindarlar üzerinde bir Demokles Kılıcı'dır ve bu haliyle otoriter siyasetin aracıdır." Prof. Atilla Yayla
Türkiye'de milletin iradesi ile egemenlerin iradesi arasında sürekli bir çatışma mevcut. Bu çatışma 28 Şubat sürecinde daha da belirginleşti. Liberal Düşünce Derneği Başkanı Prof. Atilla Yayla, "Rejim üzerindeki askerî vesayet ve tekelci ideolojik tavrın giderilmesi amacıyla ne yapılabilir" sorusuna cevap arıyor. Yayla, genel seçimlerde dar bölge çoğunluk sistemini bir çare olarak gördüğünü şu sözlerle ifade ediyor: "28 Şubat süreci, dar bölge sistemine geçmenin demokrasi için önemli olduğunu göstermiştir. Parlamento dışı güçler, parti başkanlarını, tehdit, korkutma, psikolojik baskı yoluyla manipüle ederek, kontrol altına almakta ve milletvekillerinin bireysel iradesini etkisiz kılacak yasal düzenlemelere evet demelerini sağlamaktadır. Milletvekilleri ile seçmenler arasındaki ilişkiyi doğrudan bir ilişki haline getirmek, milletin vekillerine, seçmenlerin onaylamadığı düzenlemelere direnme yolunda daha fazla güç katacaktır." Vesayetçi durumu Prof. Mustafa Erdoğan da bir başka makalesinde şöyle eleştiriyor: "Hepimiz biliyoruz ki, irtica tehdidi iddiasına dayalı olarak oluşturulmuş bulunan cari devlet siyaseti, demokratik karar alma mekanizmalarıyla tesbit edilmiş değildir. Bu tamamen, üniformalı memurların zorlamasıyla yapılmış olan defacto bir durumdur. Nitekim bu konuda, Parlamento'nun belirlediği ve yasal esaslara bağlanmış bir politika bulunmadığı gibi, hükûmetler de kendi başlarına bırakıldıklarında, 'irtica ile mücadele' konusunda isteksiz davranmaktadır. Böyle temel bir siyasetin nasıl olup da, kamunun temsilcisi değil, fakat hizmetkârı olan memurlar (İngilizce: Public servant= kamu hizmetkârı) tarafından belirlenip milletten yetki almış Parlamento ve hükûmete dayatılabildiğini anlamak mümkün değil." Fazilet davası
Anayasa Mahkemesi, Fazilet davasını görüşüyor. Merve Kavakçı hadisesinden beri bu partinin üzerinde sallandırılan Demoklesin Kılıcı şu veya bu şekilde ortadan kalkacak. FP'nin gerektiği gibi muhalefet yapamadığı iddia ediliyor. Sırtında böyle bir yük varken, 9 boğum olan boğaz, daha da fazla düğümleniyor. Avrupa Birliği standartları gözardı edilerek, Fazilet'in kapısına kilit vurulursa, herhalde siyasette büyük dalgalanmalar ortaya çıkacaktır. Ama biz Anayasa Mahkemesi'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları doğrultusunda hareket edeceği düşüncesini taşıyoruz. Bu şekilde siyasi meşruiyet kazanan Fazilet Partisi'nin çok daha güçlü bir muhalefet sergileyeceğine, çeşitli siyasi alternatiflerde adının daha sık geçmeye başlayacağına inanıyoruz. Türk yetkililerinin Kıbrıs konusunda meydan okuyuşundan sonra, bir de Fazilet Partisi, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılırsa, Avrupa Birliği'ne elveda demenin zamanı gelecektir.
nilicak@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|