![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Geri devlet modeli: İdare var, siyaset yok...Osmanlı toplumunun yönetim modeli, toplumun sınıfsız yapısını öngörüyordu. Dolayısıyla, devlet iktidarının kurgusu, bir sınıfın diğerinin aleyhine işleyen bir mekanizma ile 'siyasi varlık' haline gelmemesi ilkesine dayalıydı. Tanzimat'tan önce müslüman cemaati (reaya) bir bütündü. Avam ve havas ayrımları, sınıfsal bir ayrımı değil, 'niteliği' ifade ediyordu. Bu yüzden denilebilir ki, Osmanlı siyasal modelinde 'idare' vardı, 'siyaset' yoktu. İdare; istikrarı, birli(kcili)ği, bütün(cü)lüğü, çatışmasız ve muhalefetsiz bir yönetimi ifade eder. Oysa siyaset, geniş anlamda, 'kamusal birşeyi değiştirmek ya da değiştirilmesine mani olmak' eylemi ya da sürecidir. Osmanlı siyasal modeli, bu çelişkisizlik ilkesi yüzünden 'siyasetsiz' bir modeldi. Siyaset adına varolduğu söylenebilecek şeyler sadece 'siyasetsiz siyaset'i içeriklendiriyordu. Bu modelin devamlılığı, Cumhuriyet Halk Fırkası'nın 'sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış kitle' talebinin imlediği siyasallaşma biçiminde temin edildi. Tek parti dönemi boyunca 'siyaset' fiilen ortada olmadı, bunun yerine idarenin uygulamaları siyaset gibi sunuldu. Bir açıdan cumhuriyet tarihi, 'idare' ile 'siyaset' arasındaki gerilimin tarihi olarak bu nedenle okunabilir. Çok partili hayata geçişle beraber ortaya çıkan kimi siyasal tartışmaların 'idarenin işleyişini sağlıksızlaştırma' olarak kolayca siyaset-dışı bir 'etiketlemeye' tabi tutulabilmesi bu zihniyet şemasının bir ürünüdür. Siyasetin doğası gereği kaçınılmaz olarak ortaya çıkan uygulamalar, istenmeyen gelişmeler ya da daha açık bir deyimle 'kaza' gibi yorumlanarak, örtük olarak 'siyaset'in gereksizliği vurgulanmıştır. Türkiye'deki siyasal geleneklerden en önemlilerinden birinin kendini bu vurgunun sürekliliğine sunmuş olması, varlığını buna borçlu ve adanmış olarak temellendirmesi bilinen birşeydir. Dolayısıyla devlet adına iradenin sahiplenilmesi, siyasete sahiplenmenin ise meşruiyeti sürekli tartışılır bir konumda tutulan muhalefetin hesabına kaydedilmesi, bir 'yönetim modeli' olarak kurgulanmıştır. Dünyanın gündemleştirdiği dinamikler sayesinde, 'idare' ile 'siyaset' temelinde sabitlenen gerilimler zaman zaman gevşemiş ve bu dönemlerde Türkiye, 'siyasal zihniyet dünyası' bakımından ciddi mesafeler katetmiştir. Fakat bu mesafeler siyasal yapının kırılganlığı ve siyaset sınıfının yeteneksizliği yüzünden sağlam yollara bağlanamadığı için, dış dinamiklerin zayıflamasına bağlı olarak, idare ile siyaset arasındaki gerilimin azalmasının neticesinde belirmeye başlayan yeni yönetim modeline tepki 'darbe' olarak kendini göstermiştir. Buna karşılık, siyasi gelişmeler 'tatil' edilebilse de kesilememiştir ve böylece darbe dönemlerinin hemen ardından süratle devam etmiştir. Bu durum Türkiye'nin gündemine 'idarenin demokratikleşmesi' tartışmalarını gövdesel bir ağırlıkla sokmuştur. 12 Eylül sonrasında 'siyasal zihniyet evreni'ni şekillendiren ana tartışma konusu idarenin demokratikleşmesi idi. Bu tartışma sayesinde hem siyaset ve siyasallaşma üzerine kapsamlı fikirler ileri sürüldü ve hem de normal bir demokratik rejimde olduğu gibi 'idare' ve 'siyaset' arasındaki gerilimin siyaset lehine çözülmesinin modelleri tartışıldı. Bu tartışmanın hemen yanıbaşında ise, 'evrensel' ve 'yerel' geriliminde, yerli değer üretiminin siyasallaşmasının evrensel bir mahiyetle içeriklendirilmesi sorunu gündemleşti. İslami sembollerin görünürleşmesi, bu anlamlandırma talebini karşıladığı için önemli bir konuma yükseldi. 28 Şubat, bu tartışmayı, olağan ve sağlıklı gidişatından kopararak, 'idare' lehine sonuçlandırma ve 'siyaset'e karşı kural-dışı bir vuruşu gerçekleştirmek üzere belirdi. İdarenin demokratikleşmesi tartışması gündemden kalktı. Siyaset tamamen dar ve soluksuz bir alana hapsedildi. Yerli değerlerin siyasallaşmasının, ucu açık ve evrensel bir karakterle içeriklendirilmesi tartışmaları sona erdirildi. 'İstikrar fetişizmi'ni temsil eden bir hükümet işbaşına getirildi. Yerli değer üretimini, evrensel mahiyetle içeriklendirme çabasının önüne 'iç tehdit' duvarları örüldü. Bu dip akıntıları cisimleşerek bir siyasal modele dönüştü, bu model tam anlamıyla bir 'patrimonyal bürokrasi' modelidir. Bu model sayesinde bütün kavramlar, her türlü tartışmayı 'devletçi siyaset' lehine sonuçlandıracak şekilde yeniden inşa edildi. Bu inşa sürecinin bir neticesi olarak, Avrupa Birliği'ne tam üyelik süreci sadece kaba bir asayiş mantığının reflekslerinin önüne yem olarak atılmış durumda. 'Fiili devlet şurası' yoluyla, belki de referandum gerektirecek kadar önemli olan tarihsel dönemeçler, birkaç kişinin aldığı kararlarla kilitleniyor. İdare, bütün iştahıyla kamu sahasını işgal ederken, siyaset giderek cılızlaşıyor. Oysa siyasetin cılızlaştığı, buna karşılık idarenin palazlandığı modellerin tarihsel açıdan kayıt-dışı bırakıldığı bir evreye giriyor dünyaya yön veren 'siyasal zihin evreni.' Türkiye'de tarihsel açıdan kayıt-dışı duruma düşme reflekslerinin güçlenme eğilimine girdiği görülüyor. Bu ise, 'Türkiye'yi Türkiye yapan' bütün ögelerin zedelenmesi anlamına geliyor...
ocelik@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|