|
|
 |

DEMOKRASİNİN boynu vuruldu
28 Şubat'ta atölyeciden kebapçıya, vakıflardan derneklere kadar geniş bir kesim hedef tahtası haline getirildi.
28 Şubat süreci insan hakları açısından da talihsiz bir dönem olarak kabûl ediliyor. Tanımı herkese göre değişen 'irtica' kavramı ile atölyeciden kebapçıya, vakıflardan derneklere, yazarlardan gazetecilere kadar geniş bir kesim bu kavram içerisine sığdırılarak hedef tahtası haline getirildi. Yargı mensuplarına verilen brifingler sonrasında irticacı olarak nitelendirilen kesimlere karşı inanılmaz ölçülere varan uygulamalar başlatıldı. TCK'nın ünlü 312. maddesi, kaldırılan 163. madde yerine ikame edilerek yaygın bir şekilde uygulamaya sokuldu. Bu çerçevede İstanbul ve Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanları Recep Tayyip Erdoğan ve Şükrü Karatepe, 312. maddeden yargılanarak mahkûm edildiler. Halk tarafından takdir edilen iki belediye başkanına ayrıca siyaset yasağı da getirildi. Çok sayıda gazeteci, yazar, tiyatrocu ve siyaset adamı düşünce özgürlüğünü kısıtlayan 312. maddeden yargılanarak mahkûm edildiler. Kamu kurum ve kuruluşlarında başörtülü olarak görev yapan memurlar mevzuata aykırı idari işlemlerle disiplin cezalarına çarptırılırken, binlercesi de işten atıldı. Başörtüsü yasağı üniversitelerin yanısıra imam-hatip liselerinde de uygulamaya sokularak onbinlerce öğrenci mağdur edildi. Başörtülü öğrencilerin lehinde karar veren yargı mensupları hakkında da soruşturmalar açılarak, tenzili rütbe ile başka illere atandıklarına tanık olundu.
İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ ENGELLENDİ
Mazlum-Der Genel Merkezi tarafından hazırlanan, "28 Şubat Sürecinde İnsan Hakları İhlalleri" başlıklı raporda ise Türkiye'nin 28 Şubat 1997 yılından itibaren açıkca yarı askerî bir rejimle yönetildiği belirtilerek, "Kimileri tarafından post-modern darbe olarak tanımlanan 28 Şubat kararları aynı zamanda bütün ülkede 'olağanüstü hal'in ilanıdır. Tanımlanamayan ve yasalara aykırılığı ispatlanamayan 'hayali bir düşman' üretilmiş ve sivil halk son 20 yılın en yoğun baskısını yaşamıştır" ibarelerine yer verildi. Raporda, MGK kararlarıyla birlikte Milli Askeri Stretejik Konsepti'nde yapılan değişiklik yeni bir ihtilalin başlangıcı olarak vurgulanırken, irtica olarak adlandırılan ve net bir tanımı yapılmayan bir kesimin Türkiye için 'öncelikli tehdit' olarak seçilmesinin büyük bir kargaşaya neden olduğu belirtildi. Raporda yasalara göre kurulmuş, Kanunlara göre suç sayılmayan faaliyetlerde bulunan, dayanağını Anayasa'dan alan partilerin, vakıfların, ticari şirketlerin, meslek kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin ve her gruptan bireyin hiçbir yargı kararına dayanılmadan öncelikli iç tehdit, bölücü, ülke /rejim düşmanı olarak ilan edilmesi insan haklarının açıkça ihlali olarak değerlendirildi.
28 ŞUBAT'IN HEDEFİ
Refahyol Hükümeti'nin düşmesine ve arkasından Refah Partisi'nin kapatılmasıyle devam eden 28 Şubat sürecinin hedefi konusunda da tartışmalar yaşanıyor. Temel hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı, mütedeyyin kesimlerin rencide edildiği bu sürecin büyük sermaye gruplarının çıkarları doğrultusunda biçimlendiği belirtiliyor. Tarihinin en uzun süren ve irtica gündemiyle toplanan MGK'dan Türkiye'yi sıkıntılı bir sürecin eşiğinde geçiren 18 maddelik kararlar çıkıyordu. Refah Partisi ise irticanın önlenmesi için alınan bu kararları uygulamak istemediği için düştü. Refahyol'un Adalet Bakanı Şevket Kazan, "Öncesi ve Sonrasıyla 28 Şubat" isimli kitabında, MGK toplantısından sonra baskı gruplarının 54. Hükümet'e yaptırtmak istediklerini şu başlıklar altında topluyor: İmam-Hatip okullarının orta kısımlarının, Kur'an kurslarının ve isimleri önceden belirlenmiş dernek ve vakıfların kapatılması, kendi ölçütlerine göre irticacı memurların tasfiyesi, vaazların tek merkezden yapılması, vaiz kadrolarının tenkis edilmesi, Cuma hutbelerinin tek merkezden hazırlanması ve bütün camilerde aynen okunması, hoparlörle ezanın her semtte ancak bir mimareden okunması, cami inşaatlarının sınırlandırılması, yeşil sermayenin devamlı mali denetim altında tutulması, bunlara SPK tarafından hadlerinin bildirilmesi, üniversite ve dairelerde başörtüsüne katiyen müsaaede olunmaması.
RANTİYEYİ MEMNUN ETTİLER
Refahyol'dan sonra kurulan 55. Hükümet, 28 Şubat kararlarının büyük bir kısmını 'İrtica yasaları' başlığı altında bir bir Meclis'ten geçirerek yürürlüğe soktu. Şevket Kazan, Refahyol'a yaptırılamayan herşeyin 55. Hükümet'e yaptırıldığını ifade ederek, "İHL'lerin orta kısmı kapatıldı. Kur'an kurslarının faaliyetleri kısıtlandı, irticai vakıf ve dernekler baskı altına alındı. Vaazlar tek merkeze alındı ve vaiz kadroları tenkis edildi. Yeşil sermaye diye adlandırılan bazı şirketler mali baskılar altına alındı. Kurban derilerinin özel hayır kurumlarına bağışlanması yasaklandı. Özel radyo ve Tv'ler -rantiyecilerin ki hariç- kontrol altına alındı. Üniversitelerde başörtüsü zulmü tezgâha kondu. Din ve vicdan hürriyeti baltalandı. Hükümetin KİT açıklarını önlemek için getirdiği havuz sistemi kaldırıldı. Hükümetin kapattığı iç borçlanma kapıları rantiyecilere peşkes çekilebilmesi için yeniden ardına kadar açıldı. Rantiyeci medyaya teşvikler ve krediler yeniden yağdırılmaya başlandı" diyordu. Kazan'ın son sözü ise şöyle: 28 Şubat'ın esas hedefi rantiyenin hoşnut olmadığı Refahyol Hükümeti'ni sona erdirmek. Başta Erbakan olmak üzere partinin üst düzey yöneticilerini siyasi platformdan tasfiye etmekti. RP kapatıldı. RPli yöneticiler yasaklı hale getirildi, rantiyenin dolasıyla rantiyeci medyanın tüm istekleri yerine geldi. Peki Türkiye'ye beklenen huzur, beklenen demokrasi, beklenen hoşgörü geldi mi? Ne gezer. Türkiye'ye huzur ve demokrasi gelmesi şöyle dursun, siyaset tam bir çıkmaza girdi. Ve devlet mumla aranır oldu. Peki rantiyeciyi hoşnut eden bu çabalar, milleti bahtsız etmeye değer miydi?
BİTTİ...
|
 |
|