| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Hasankeyf Belediye Başkanı nasıl korkutuldu?Pazar günkü yazımızda Türkiye'nin nasıl bir korku devleti olduğunu anlatmaya çalışmıştık... 'Korkutup yola getirme' politikasının bir devlet geleneği olarak sivil politikacılar tarafından layıkiyle uygulandığını sık sık görüyoruz. Buna zaman zaman 'İnce Politika', 'Politik Deneyim' diyenler de oluyor tabii... Son zamanlara bu politikanın en en çarpıcı örneğini, Cumhurbaşkanının görev süresinin uzatılmasını amaçlayan Anayasa değişikliği önerisinin hazırlanışı sırasında ve HADEP'li belediye başkanları olayında yaşadık. Bazı partileri, Anayasa değişikliği için yola getirebilmek amacıyla nasıl korkuttuklarını, bazılarına korkunun alternatifi olarak 'havuç' yedirdiklerini hep birlikte gördük. Peki, belediye başkanlarına yönelik taarruz neyin nesiydi? Devlet bir sonuç alabilmek için kısa süreli korkutmayı mı hedeflemişti? Bir yerlere bazi mesajlar mı gönderilmişti? Bölge halkının siyasi temsilcisi hüviyetine her geçen gün ısınan başkanlarla bazı şeyler mi konuşulmak istenmişti? Yoksa Türkiye'de yargı gerçekten bağımsızdı da biz mi bunu ciddiye almamıştık? Her neyse, izlenen yolun korku salıcı olduğu açıktı... Bunu bizzat devlet, birkaç gün içinde uyguladıklarının tam tersini yaparak göstermemiş miydi? İşte tam da o günlerde, başta önemli bir NGO (Hükümet dışı kuruluş) olan Friends of Earth olmak üzere, bazı çevreci örgütlerin düzenlediği toplantıya katılmak üzere Hasankeyf'in DYP'li Belediye Başkanı Vahap Kusen de Paris'teydi... Başkan ve onunla birlikte olan Hasankeyf Gönüllüleri Derneği Başkanı Arif Aslan, Paristen Londra'ya geçecekler ve Hasankeyf'in kurtarılması için düzenlenen toplantılara katılacaklardı. Sırf bu amaçla davet edilmişlerdi. Çünkü Hasankeyf'te, Dicle Nehri üzerinde yapılacak olan Ilısu Barajı, bölgedeki binlerce yıllık tarihi çevreyi ve 60 kadar köy ve kasabayı sular altında bırakacaktı. Bu barajın uluslararası finansmanında önemli bir rol oynayan ve aynı zamanda katkı sağlayan İngiltere'de bir süredir, Hasankeyf ve Ilısu Barajı ile ilgili yoğun bir kampanya başlatılmıştı. Çevreciler, Hasankeyf'i kurtacak yeni bir proje yapılana kadar Tony Blair hükümetinin bu krediyi durdurmasını talep ediyorlardı. Tabii plansızlığa ve devlet dayatmacılığına karşı hassas olan Avrupa kamuoyu, o bölgede savaş nedeniyle köylerini ve topraklarını terketmek zorunda kalan yüzbinlerce insanın sıcak sorunlarına da atıf yaparak, sular altında kalacak yerleşim yerlerinde yaşayan 30 bin kadar Kürt köylüsünün iskanı meselesini de dile getiriyordu... İşte tam o sırada Türkiye'den HADEP'li başkanların gözaltına alınıp tutuklandıkları haberi geldi... Arkasından da DYP Genel Merkezi'nden Hasan Kusen'e, ' Dikkat etmesi ve sonraki toplantılara katılmamasına ilişkin uyarı telefonları... Partinin genel başkan yardımcısı düzeyindeki yetkilileri, sırf Hasankeyf'in kurtarılması amacıyla düzenlenen toplantılara katılmak üzere davetli olarak gelen Belediye Başkanı'nın, o toplantılara katılırsa başının belaya gireceğini ifade ediyorlardı... Devletin Kürt kökenli başkanları yurt dışında izlemeye aldığı söyleniyordu. Ortalığı bir korku havası sarmıştı. Başkan, belki gelmek istiyor fakat korkuyordu... Londra'daki toplantı çok üst düzeyde ve geniş tutulmuştu... Parlemento'da düzenlenen toplantıdan Tony Blair'i makamında ziyarete kadar uzananan bir dizi temas sözkonusuydu. Çevreci kuruluşlar ve medya adeta Hasankeyf heyetini bağrına basmaya hazırlanıyordu. Ziyeretten bir gün önce başkan, Londra'ya gelemeyeceğini düzenleme heyetine bildirdi... Zaten Paris'teki toplantılara da pek katılmamıştı... Oradaki NGO'lara, belki de mazeret açısından daha etkileyici olsun diye, ölüm tehdidi aldığını, o nedenle artık hiçbir etkinliğe katılamıyacağını açıkladı. Bu durum, korkunun eğemen olduğu bir ülkede tabii ki anlayışla karşılabilirdi. HADEP'li başkanların başına gelenler ortadayken, kimsenin belediye başkanına kızmaya pek niyeti bulunmuyordu. Nitekim bazı NGO'lar, başkanın hayatının tehlikede olduğunu sanarak bu konuda ciddi bazı girişimlerde bulunmayı düşünüyorlardı. Londra'da ise, kısıtlı olanaklarıyla yaptıkları program büyük ölçüde boşa giden NGO'lar bu korku devleti anlayışını da, devletin bir dairesi gibi çalışan siyasi partileri de, bölgesindeki insanların toprağını, haklarını ve yaşamını savunmaktan başka bir amacı olmaması gereken seçilmiş bir başkanın, korkuya bu şekilde boyun eğişini de bir türlü anlayabilmiş değillerdi. Aslına bakılırsa bu anlayışla, insanların haklı davalarını bile savunabilmelerinin pek imkanı olmuyordu. Çünkü dava savunmak, şart değildi ama, mutlaka bir bedel ödemeyi gerektirebiliyordu. Bütün bu gerçeklere rağmen bu korku ülkesinde kimseye kızmaya pek insanın gönlü razı olmuyordu... Belediye Başkanı ve Gönüllüler Derneği Başkanı Türkiye'ye dönüş yolundayken HADEP'li başkanların, gözaltına alındıkları şekilde, yine apar topar salıverildiklerini bilselerdi acaba ne düşünürlerdi? Onların ne düşündükleri bir yana, insan hakları örgütleri ve çevreciler bütün bu şartlara rağmen çalışmalara devam etmekte kararlı görünüyorlardı. Çünkü bu bir insanlık mücadelesiydi...
kduzgoren@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|