| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Dünya ne kadar derin?
ÜÇ KÜLTÜREL ZİHNİYET
Dünyanın derinliği, basitlik ve yakınlığından, ona olan aşinalığımızdan (!), dünyevî kültürümüzden geliyor. Farkedemediğimiz gerçek şu: Dünyaya daldıkça, cehlimiz artıyor; onu koyu ve kesif buluyoruz. Bilimsel bilgimiz, büyücü çırağının ecza dolabı: Ne ararsan bulunur derde devâdan gayrı. İki yıl önce, çoğunluğunu fizikçilerin oluşturduğu bir grup Fransız bilimadamı tarafından yayınlanan Cehalet Sözlüğü'nde (Dictionnaire de l'ignorance) , bilimin bilgi alanları oluşturmaktan daha fazla bilgisizlik alanları oluşturduğu 'kanıtlanıyor'du. Dünya derin değil; onu derinleştiren, insanoğlunun sığlığı. Dünyayı derinleştirip anlaşılmaz kılan, kendi kurgularımız. Kollektif çabalarımızın, kollektif varoluşumuzun eseri olan kültürel 'zihniyetlerimiz'. Pitirim Sorokin insanlık tarihinin üç kültürel zihniyet arasındaki ritmik bir ilişki çerçevesinde tezahür ettiğine inanıyordu. Birincisi, gerçekliği esasta gayr-ı maddî olarak gören ve manevî ihtiyaç ve gayeleri öne çıkaran "Ideational" (tasavvurî) zihniyetti. Bu gayelere öncelikle bireyin fizikî ihtiyaçlarını en aza indirmek veya ortadan kaldırmak suretiyle, yani nefs murakabesi veya zühd tavrıyla erişilirdi. İkincisi, gerçekliği temelde maddî veya fizikî olarak algılayan, en önemli beşerî ihtiyaçların bedenle ilgili olduğunu söyleyen "Sensate" (duyusal, ihsasî) zihniyetti. Bu zihniyette hayr (iyilik), maddî ihtiyaçların maksimum tatmininde yatıyordu. Şiarı şöylesine sloganlarda ifadesini buluyordu: "Hayat kısadır. Ye, iç, eğlen!" Bu kültürel zihniyet aynı zamanda hem tabiatı, hem beşer toplumunu yorumlama, aktif biçimde denetleme ve hükmetme arayışıyla temayüz etmektedir. Nihayet, bu ikisinin bir tür karışımı veya ikisinin ortasında yer alan üçüncü bir kültürel zihniyet vardır: "Idealistik" (ülkücü) zihniyet. Gerçekliği hem maddî hem manevî olarak algılayan, ihtiyaçlarla gayeler arasında denge kuran, hem fizikî hem manevî ihtiyaçların tatminine çalışan bir zihniyet. Sorokin'e göre, bu zihniyetler birbirinin peşinden gelirlerdi; birinin ömrü tükenince, yerini diğerine bırakırdı. Çağdaş Batı medeniyeti de en az 500 yıldır genişlemekte olan "Sensate" zihniyetin etkisindeydi. Bu zihniyet artık son sınırlarına yaklaşıyordu ve yakında yok olacak, yerini "Idealistik" halefine bırakacaktı. Sorokin bu gelişmeyi tesbitle yetinmiyor, kalben arzu da ediyordu. Sensate, yani beş duyuya öncelik veren, sadece maddî unsurları önemseyen zihniyet. Kapitalizm, bu zihniyetin eseri. Sorokin'in ilmî bir belagatle dile getirdiği bu hakikatı, aynı zaman diliminde Bediüzzaman Said Nursî kendine has üslubuyla ifade ediyordu: "Medeniyet-i hâzıra-i garbiye semavî kanun-u esâsîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına, hataları, zararları faidelerine râcih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakiki olan istirahat-ı umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyevîye bozuldu. İktisad ve kanaat yerine israf ve sefahat... ve sa'y ve hizmet yerine tembellik ve istirahat meyli galebe çaldığından biçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tembel eyledi." İlk bakışta bir çelişki var gibi. Kapitalizm, insanlık tarihinin en üretken sosyal sistemi değil mi? İnsanlığı nasıl fakir bırakmış, maddî saadetini gölgelemiş olabilir? İşte üstadın cevabı: "Bedevilikte beşer, üç-dört şeye muhtaç oluyordu. O üç dört hacatını tedarik etmeyen on kişide ancak ikisi idi. Şimdiki garb medeniyet-i zalime-i hazırası su-i istimalât ve israfat ve hevasatı tehyic ve havayic-i zaruriyeyi zaruri hacatlar hükmüne getirip, görenek ve tiryakilik cihetiyle şimdiki medenî insan dört hacat yerine yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hacatı tam helâl bir tarzda tedarik edecek yirmi kişiden ancak ikisi olabilir. Onsekizi muhtaç hükmünde kalır. Demek bu medeniyet-i hazıra insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmağa sevketmiş; biçâre avâm ve havass tabakasını daima mübarezeye teşvik etmiştir." Evet, sensate zihniyetin marifeti, insanların arzularını kamçılayıp onları birer ihtiyaç haline getirmesidir. Böylece insanlığın büyük bölümü, sadece bedensel zevklerin tatmini için uğraşan, bunların çoğunu da karşılayamadığı için (görece) yoksul kalan bir sürüye dönüşmüştür. "Kur'an'ın kanun-u esasisi olan vücub-u zekât ve hurmet-i riba vasıtasıyla avamın havassa karşı itaatini ve havassın avama karşı şefkatini temin eden o kudsî kanunu bırakıp burjuvaları zulme, fukaraları isyana sevketmeye mecbur etmiş; istirahat-ı beşeriyeyi zir ü zeber eylemiştir." İşte, modern dünyanın 'milletleri', bu ihtiyaç tahriki sürecinde kurgulanmış sanal topluluklardır. Ve Sorokin'in idealistik zihniyetinin önündeki en büyük engel, bu toplulukların örgütsel tecessümü olan 'millî' devletlerdir. DERİN DÜNYANIN SANAL MİLLETLERİ
Ernest Renan, "bir milletin teşekkülünde esaslı âmilin unutma" olduğunu söylüyor ve ekliyordu: Tarih araştırmaları bir millet için çoğu zaman tehlikelidir. Niçin? Çünkü tarih gerçeği ortaya çıkarabilir. Oysa millet (nation) kökü gerilere uzanmayan, kurulmuş bir devletin kurguladığı sanal topluluktur. "İtalya uğradığı bozgunlar sayesinde birleşiyor, Türkiye zaferleri yüzünden dağılıyor. Çünkü İtalya bir millettir, Türkiye ise Anadolu dışında millet değildir." Renan'a göre, milliyetleri dine göre ayırma siyaseti Şark'ı mahvetti. "Selanik veya İzmir gibi şehirleri ele alınız. Oralarda, her birinin kendine ait hatıraları olan ve aralarında hemen hemen müşterek birşey bulunmayan beş altı cemaat bulursunuz. Halbuki bir milletin esası, bütün fertlerinin birçok müşterek şeyleri olması ve hepsinin birçok başka şeyleri unutmuş bulunmalarıdır." Renan'ın 1882 yılında sözünü ettiği bu tekbiçimleştirici kurgu süreci, dünyamıza yüzyıllık bir sürede 200 millet kazandırdı; yılda ortalama iki millet! Şimdi soru şu: İletişim teknolojisindeki başdöndürücü gelişmeler sayesinde coğrafyanın hükmünü büyük ölçüde yitirdiği bir evrede millet olma süreci nasıl bir hüviyet kazanacaktır? Sanal ortamın sanal milletleri, gerçek ortamın sanal milletlerinden hangi bakımlardan farklı olacaklardır? Bu farklılık onları milletlerin farklı kıstaslarla, farklı ilkelere göre yapılandığı kadîm (yani 19. yy öncesi!) evreye geri mi götürecektir? Yoksa posmodern dünyanın milletleri köktensanal topluluklar mı olacaktır? Internette "Özgür Tibet" web sayfasını hazırlayan Jeff Delisio şunları söylüyor: "Sürgündeki Tibet hükümetinin 'payitahtı' Dharamsala'daki online hizmetleri geliştirme çabası içindeyiz. Bu, Tibet taraftarları ve Tibetlilerin çoğunun içinde yer aldıkları örgütlerle hükümetimiz arasında daha doğrudan bir bağ kurulmasını sağlayacaktır. Tibetli yazarlar, ülkeler ve okyanuslar ötesindeki insanlarımıza Tibet kültürünü öğretmek için gruplar oluşturuyor. Tibet dinî metinleri elektronik formda ve CD-ROM'lar içinde muhafaza edilmeye çalışılıyor. Bu işlerin çoğu Hindistan'a nakledilen manastırlarda yapılıyor." Renan, milletleşme sürecindeki hafıza kaybının gönüllü bir tercih olduğunu söylüyordu. Oysa, Avrupa toprağı dışında milletleşme sürecinde anahtar kavram cebirdir. Richard Griggs, kendilerine birçok şeyin zorla unutturulduğu beş veya altı bin dolayında milletin tam anlamıyla bir Dördüncü Dünya oluşturduklarını söylüyor. Dünya nüfusunun üçte biri kadar olan bu nüfus, şimdi iletişim teknolojisinin "nimetlerinden" yararlanarak, kendilerinden öncekiler gibi milletleşmeye (yani kendilerini 'Uluslararası Toplum'a kabul ettirmeye) çalışacaklar. Ne var ki, teknoloji iki yüzlü bir kılıçtır. Dördüncü Dünyanın milletlerini bugüne kadar boyunduruk altında tutabilenler, muhtemelen iletişim teknolojilerine onlardan daha fazla hükmetme arayışı içinde olacaklar. Bu da sadece uygulanan şiddetin alanını genişletmekle sonuçlanacaktır. Siberdiplomasi yoluyla seslerini dünyaya duyurmaya çalışanlar, ancak adalet anlayışı güçlü bir merkezin olması durumunda gelecekten umutlu olabilirler. Oysa günümüzün demokrasileri, enformasyon üzerindeki etkin denetimden ötürü, tam anlamıyla birer siberokrasiye dönüşmüşlerdir. Sistemi değiştirme niyeti taşımayanlar arasındaki bir yarışma olan seçimlerin sonucunu bile aylar öncesinden tahmin edebilen politik aygıtlar, sistem için tehlikeli olabilecek unsurları sistemli biçimde işlerin uzağında tutmaktadırlar. Sanal ortamın sanal milletlerinin gücü, kendilerine zorla unutturulan uzak geçmişin hatıralarını aktüel birer gerçekliğe dönüştürme yeteneklerinde yatmaktadır. Bunu yapabildikleri ölçüde, sanal ortamın gerçek milletleri olabileceklerdir. O zaman Selanik ve İzmir'de, "her birinin kendine ait hatıraları olan ayrı cemaatler" yaşıyor ve dünyada hakikaten "çoğulcu" bir medeniyet hüküm sürüyor olacaktır.
mozel@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|