| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Diyanet-İlâhiyat
Dünkü yazımda Fethullah Hoca-Papa görüşmesini, özellikle anmak ihtiyacını duydum. Buradan ulaşmak istediğim sonuç, kendi dışımızdaki din ve mezhepler hakkındaki bilgi fukaralığımızdı. Dün de kaydettiğim gibi, Fener Rum Patrikhanesi yetkilileri ile, ya da Papa ile yapılan bu görüşmeleri Fethullah Hoca Efendi'nin kendisi değil de, Diyanet üst yönetiminin veya Yüksek Din Kurulu üyelerinin, Diyanet uzmanlarının gerçekleştirdiğini düşünelim. Öyle tahmin ederim ki, sonuç aynı olacaktı: Tercümanların aracılık ettiği bir nezaket ziyareti ve genel bir sohbet!.. O kadar. Girdaptan kurtulmak İşte Türkiye'nin içe kapanmışlığı, buraya kadar uzanıyor. Halbuki biz, tarih boyunca yeryüzünün en yaygın din, toplum ve medeniyetleriyle ilişki içinde olmuş ve bundan herhangi bir komplekse de kapılmamış bir geleneğin içinden geliyoruz. Ve şu günkü günde, uzun sürmüş kapalı devirlerin ardından, Avrupa Birliği yolunda hızla ilerliyoruz. Şimdiye kadarkinden farklı olarak; batı toplumlarıyla, teknoloji ile, batı kültür ve medeniyetiyle "aracısız temas" dönemine eriyoruz. Özellikle serbest dolaşım ve yerleşmelerin bizi ulaştıracağı noktalara doğru. Bu bakımdan muhataplarımızı tanımak kadar büyük bir nimet ve ihtiyaç düşünülemez. Burada söz dinî alandan açıldığı için söylüyorum; Türkiye'nin Ortadoksluk, Katoliklik, Protetanlık vs. hakkında, şimdiye kadar herhangi bir ciddi bilgi üretmemesi şâyânı teessüftür. Çünkü toplumların birbiriyle teması, değerlerin ve uygarlıkların da temasmı anlamına geleceği için, bu temas imkânları ister istemez dinleri de yan yana getirecektir. Sempozyumlar, paneller; özellikle toplumsal problemler karşısında iki din ve mezheplerin yaklaşımları sık sık gündeme gelecektir. Bütün bunları bırakalım; onlar İslâm'ı bizim ağzımızdan dinlemek, bizim sunuşumuzla anlamak ihtiyacını duymayacaklar mıdır? Ya da binbir itirazları, soruları v.s. İşte muhatabını bilmek ve tanımak bunun için lüzumlu. Hangi idrake ve birikime hitap ediyoruz? Bu soruyu kendisine sormayan bir şuur değil, zaten sözlerimin muhatabı. İnanıyorum ki, böyle bir tanıma bizi zenginleştirecek, Müslüman toplum ve aydınların özgüvenini alabildiğine yükseltecektir. Kendini aşmak bilinci Bu ihtiyaç, sırf Hıristiyanlık açısından değil, aynı zamanda Budizm, Hinduizm, Musevilik ve muhtelif mezhepler bakımından da ortadadır. Türkiye'nin şu anda muhtelif Hıristiyan mezhep ve kiliseleri, Musevilik, Budizm ve çeşitli Uzakdoğu dinleri üzerinde 10-15'er doktora yapmış uzmanı bulunsa fena mı olurdu yani? Diyanet değilse, İlâhiyat Fakülteleri'nin imkânı yoksa, Diyanet Vakfı yıllardan beri bu tür yönlendirmeleri niçin ihmal eder bilinmemektedir. Bu çalışmaların bizi yükselteceği iki önemli konuma da ayrıca işaret etmem gerekecek: Birincisi; hem İslâm'a, hem kendimize aşırı yargılamacı tutumlardan kurtulacağız. Amacını aşmış tarihî ayrıntı hastalığından ve arşiv tasnifçiliğinden gözümüzü kaldırarak, din alanının bütününü ihâtaya yönelen bir suplekse ereceğiz. Geleneksel/toplumsal ilişkilerin daha ötesinde, İslâm'la bu dinleri ve onun öncü sınıflarını, bilimsel temsilcilerini yüzyüze getirme imkânı bulacağız. İkincisi de; böyle bir bilgi birikiminden hareketle, İslâm'ı daha evrensel bir sunuşa ve dile dönüştüreceğiz. Burada kuşkusuz dönüşecek olan din değil biziz. Bizim idrakimizde bir yükselme yani. Böyle bir yaklaşım bizi mevzilikten, infiratçılıktan, amacını aşmış tasnifçi/yargılamacı tutumlardan kurtaracağı gibi; ağzımızdan çıkan her sözü ve sunduğumuz her tebliği evrensel bir kamuoyuna ve evrensel muhataplara arz ve tebliğ bilincine erdirecektir. Ekonomisini liberalleştiren, küresel pazarlara açılan ve AB sürecine giren bir Türkiye'nin; kendi kültürüne, insanına ve mensubu bulunduğu dinine yaklaşımı gibi, diğer din ve kültürlere yaklaşımı da böyle olmak durumundadır. Bilgi üreten Türkiye Dün kaydettiğim gibi, bütün büyük Batı ülkelerinde Şarkiyat Enstitüleri'nin yaptığı budur. Kendi dışındaki din, tarih ve toplumlar hakkında bilgi üretmek!.. Batı'nın politikaları bu bilgi zemini üzerinde yükseliyor. Şundan emin olabilirsiniz ki, Kafkasya ve Çeçen hareketi hakkında Batı'nın elindeki bilgi; ne Çeçenler'de, ne de bizde mevcuttur. Bu açıdan Türkiye Balkanlar'a, Ortadoğu'ya, Kafkasya'ya, Orta Asya'ya ilişkin bilgi üretiminin merkezi haline gelmek zorundadır. Hele hele AB sürecinde içine gireceğimiz dünya ve Rusya!.. Türkiye'nin çağdaş teknolojiyi temin yolunda hiç bir ciddi sıkıntısı yok. Ekonomiyi halletmek de asla zor değil. Zor olan kendimizi aşmak ve mevzi yaklaşımlardan kurtulmak!.. Sık sık tekrar ediyorum, İttihat Terakki'den bu yana Türkiye, ilk defa evrensel sorumluluklarını hayal meyal hatırlayan bir ülke konumunda. Gelecek yazımda bu açıdan Endülüs tecrübesini ele alacağım.
aridvan@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|