| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Bin yıl başlarken...
Bir, bin yıl daha başlıyor. İnsanın yeryüzündeki 'acz'iyetinin anlamı, bu bin yıl süresince de hiç değişmeyecek.. Maddî alanlardaki yükselişin boyutları ne kadar şaşkınlık uyandırsa da, insanın manevî kuraklığı karşısında bunun öyle kayda değer bir sıçrama olmadığı biraz daha açığa çıkacak. İnsanlığın, rûh dünyası ihmal ve ihlâli, bin yıl boyunca en önemli sorunsal olmayı sürdürecek görünüyor. Yeni bir bin yılın eşiğinde, görüyorum ki, dış şartların, yarın-öbür gün beni hangi konuma mahkûm edeceği hakkında en ufak bir soru işaretine sahip değilim. Dolayısıyla, bundan sonrası için, ilk gençlik çağlarımda geleceğe dair hissettiklerime benzer yaklaşım biçimlerinden çok uzaklardayım. On sene, yirmi sene sonrasının muhtemel âkıbeti bağlamında hayata yöneltebileceğim ne soru öbeğim, ne de beklentilerim var. Bu durumun, beni gereksiz merak ve heyecan selinden alıkoyduğunu düşünüyorum. Zira, hayli rahatım: Beni kendisine esir eden 'belirsizlik' kabarması karşısında, en azından, elimden hiçbir şey gelmeyeceğini çoktan anlamış bulunuyorum. Sanıldığının aksine, hayata boyun eğmenin hiç de yazıklanılacak bir hâl olmadığını düşünüyorum. Hayatın akışına boyun eğmek, bir anlamda küllî iradeye boyun eğmekle eşdeğer. Ömrünün kırk yılını geride bırakmış biri olarak itiraf edebilirim ki; hayatın akışı karşısında, hiçbir zaman en küçük bir 'irade beyanı'nda bulunmadım. O güce hiçbir vakit sahip olmadım. Hayatın tecellîsi ne şekilde gerçekleşecekse 'gerçekleşti' ve ben 'akış'ın içinde sürüklenirken buldum kendimi. Ama yaşadıklarımdan büyük bir keyif duyduğum söylenemez. Bu anlamda, pesimist karakterli bir 'tevekkül' içinde olduğumu sanıyorum. Gerçek anlamıyla şiire meyletmemin yirmili yaşlar içinde ağırlık kazanmasında, sözünü ettiğim hâlin büyük oranda pay sahibi olduğunu inkâra yeltenecek değilim. Geçen yıllar içinde şiiri daha da ciddîye aldıkça ve hayatımın kimi önemli boşluklarını şiirle yamadıkça, her şeye rağmen yine de hayatın katlanılabilir bir olgu olduğunu öğrendim. Bu duygunun, artık iyiden iyiye kemikleştiğini görüyorum. Kuşkusuz, hoşnutum bundan.. Bütün bunlarla birlikte, farkında olduğum bir şey daha var: İnsanı dile getirdikleri, ifade edebildiklerinden ziyade, dile getir(e)medikleri, ifade etmekten kaçındıklarının toplamı 'olgunlaştırıyor'. Biraz da, içinde büyüttükleriyle yeni bir varlık sferine kavuşuyor insan. Ve iyi ki, kimselerle paylaşamayacağımız, zira 'paylaşılmaz' olan 'sır'lara sahibiz. Dilimize esir olmaktan böylelikle kurtulabiliyoruz. Aykırı gelebilir ama, bana sorarsanız, bizim için ifade edilebilir, dile getirilebilir olan, çoğunlukla 'süflî' yanımızı oluşturuyor. Oysa, kendi payıma beni, hiçbir zaman hiçkimseye fısıldayamayacağım 'sır'larım bağlıyor bu hayata. Doğrusu, içinde yoğrulduğumuz 'sır'larımızın kimi zaman bize 'rüyâ'lar yoluyla hatırlatılması hiç de boşuna değil. Rüyâlar sayesinde dünyanın reelliğinden sıyrılıp 'öte-mecra'ya geçebilme şans ve imkânını elde edebiliyoruz. Tıpkı şiir gibi; şiir yoluyla oluşturduğumuz o yeni ve biricik 'dünya' gibi.. Asıl yerimizin neresi ve kimlerin yanı olduğunu işaret ediyor rüyâlar. İnsan, zamanla, elde edemediği veya elinden kaçırdıklarıyla daldığı hüzün denizinde boğulmanın eşiğine gelebiliyor. Biliyor ki, artık vakit çok geç.. Yaş ilerledikçe ve insanın hayâl kurma gücü dumura uğradıkça, özellikle mâzîye dönük rüyâların resmi geçidine sahne oluşu; dilin artık yaşama imkânı veremediği bir olguyu hayata yeniden aktarması bakımından son derece manidar. Dilin kesildiği yerde, özellikle hayattan 'tat' alamayanlar için, 'rüyâ'ların birer avuntu olmaktan öte anlamlar ve hayata yeniden bağlayıcı irade dışı fiktiv değerler içerdiğini düşünüyorum. Dilin aradan çekildiği ve fakat bir 'başka' dilin hızla işlev kazandığı, öte yandan aracısız bir biçimde kendimizle baş başa kalabildiğimiz en mahrem süreçler olarak bakıyorum 'rüyâ'lara.. Geçici de olsa dış şart ve belirlenimlerden uzak, tipik bir refleksiyon hâli belki.. Bin yıl daha başlıyor.. Ama görülüyor ki, insanın 'acz'iyetinin anlamı değişecek gibi değil. Hayâl kurmakla rüyâlara sığınmak arasında gidip gelen bir sarkaç: Hayat biraz da böyle bir şey.. Ve o hayatı durmadan gölgeleyen mutlak realite: Ölüm olgusu! Yeni bir bin yıl başlarken, milyonlarca insan gibi benim için de parantezin 2000'li yılların herhangi bir diliminde kapanacağını bilmek duygusu.. Bunu dile getirmek kolay mı?..
ideniz@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|