| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Kapımızı kim çalacak?
Bugün milenyumun üçüncü günü ve biz hâlâ "Tanzanya ligi"ndeyiz. Şimdilik "demokrasi ligi" için sadece adayız o kadar. Merkezi New York'ta bulunan ve 40 yılı aşkın bir süredir dünyada özgürlük ve demokrasinin gelişmesini inceleyen Freedom House (Özgürlük Evi'nin) 20. Yüzyıl'da "Küresel Siyasal Değişim" araştırmasının sonuçlarına göre Türkiye, aralarında Tanzanya'nın da bulunduğu "kKısıtlı demokrasi"yle yönetilen ülkeler listesinde yer alıyor. Kısacası, liberal demokrasiler yani temel insan hakları ve hukukun üstünlüğünün egemen olduğu 85 ülke arasında henüz Türkiye yok. Bu yüzden, milenyumun en taze anlarını yaşadığımız şu günlerde, Türkiye'nin ciddi bir değişim rüzgarıyla tanışması gerekiyor. Toplumsal muhayyilemizin önünü kapatan "pozitivist" despotizmin "tek"çi ideolojileri artık 20. Yüzyıl'da kaldı. Einstein'in "izafiyet teorisi"yle getirdiği eleştirel aklı ve bireyin tercih özgürlüğünü farkedemeyen Sovyetler, "çağın kenar mahallesi"nde kalmaktan kurtulamadı. 20. Yüzyıl'ı felaketler ve acılarla kapatan Türk insanı bir gerçeği bütün çıplaklığı ile gördü ki, "tek"çi ideolojilerden esinlenerek oluşturulan "kutsal develet" yapısı, 20. Yüzyıl'la birlikte tarihin sayfaları arasında kalmıştır. Kabul edelim ki, 2000'e konuşmanın, düşünmenin, okumanın, yazmanın, şiir okumanın, en temel insani özgürlükleri kullanmanın suç olduğu bir Türkiye fotoğrafıyla girdik. Elbette bütün bunlar övünülecek meziyetler değil. Ama ne yapalım ki, elimizdeki fotoğraf böyle. Şimdi önümüzde yeni bir yüzyıl ve yeni umutlar var. Evet umut bizim de hakkımız. Artık bundan böyle, demokrasi ve insan hakları standartlarının, en azından Avrupa standartlarına yükseldiği bir Türkiye'de yaşamak istiyoruz. Evet umut bizim de hakkımız. Bu ülkenin insanları da, düşünce, din ve vicdan özgürlüğünün, eğitim ve örgütlenme hakkının, yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğünün varolduğu bir ülkede yaşamayı özgür ülke insanları kadar hakediyor. Evet umut bizim de hakkımız. Yeni yüzyılda Türkiye'nin, "her on yılda bir askeri darbe" tekerlemeleri ve 28 Şubat benzeri "postmodern" darbelerle değil, liberal demokrasinin pırıltılı fotoğrafıyla anılmasını istiyoruz. Kısacası, sabahları kapımızı darbecilerin değil, sütçünün çalmasını istiyoruz. Evet umut bizim de hakkımız. Bundan böyle, Rusya, Arnavutluk, Peru, Kuveyt, Liberya, Fas, Zambiya ve Tanzanya'nın içinde yer aldığı "Kısıtlı demokrasiler ligi"nde yer almanın utancıyla değil, birinci sınıf "demokrasiler ligi"nde olmanın gururuyla yaşamak istiyoruz. Evet umut bizim de hakkımız. Artık 21. Yüzyıl'da bürokratik zihniyetin bekası için insanların hayat hakkının ihlal edildiği, düşüncelerin içeri tıkıldığı, bakkal dükkanı kapatır gibi partilerin kapatıldığı ayıplı bir yönetimi hak etmediğimizi düşünüyoruz.
Peki Türkiye ne yapacak? Bunun için iki yol var. Ya AB'ye "aday ülke" ilan edilmesiyle toplumda doğan umutlar doğrultusunda değişim için adım atacak, ya da her zaman olduğu gibi geleneksel "Şark kurnazlığı" ile "kutsal devlet" masallarını AB'ye de yutturmaya çalışacak. Bakalım, eşiğinden yeni adım attığımız bu yeni yüzyılda kapımızı önce kim çalacak, mahallemizin sütçüsü Hasan Efendi mi, yoksa "ailemizin darbecisi" şapkalı amcalar mı?
mocaktan@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|