YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Avrupa Birliği yolunda

Bu sonbaharda, Türk Ceza Kanunu'nun 312'nci maddesi değişecek gibi görünüyor. Biz her nedense yumurta küfesi kapıya geldiğinde tedbir alırız. Madem yıllardır, hiçbir idam kararı infaz edilmiyor, öyleyse neden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin idama karşı olan ek protokolünü imzalamadık? Veyahut idam cezasını iç hukuktaki düzenlemelerle, kaldırmadık? Şimdi Abdullah Öcalan'ın mahkûmiyeti karşısında, elbette zorlanıyoruz.

312 de siyasallaşan maddelerden biri. 312 değişirse Tayyip Erdoğan'ın siyasi yasağı düşecek, Erbakan ise, hapse girmekten kurtulacak.

Kimileri, meseleye bu zaviyeden bakıyor ve değişime karşı çıkıyor.

Özgürlükçü yorum

En doğru çözümlerden biri, yargı organının doğrudan doğruya Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ilkelerinden esinlenerek, 312'yi özgürlükçü bir yorum ile uygulamasıydı. Ama maalesef Tayyip Erdoğan'da da, Erbakan'da da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bakış açısına ehemmiyet verilmemiştir.

Avrupa İnsan Hakları Yargıcı Rıza Türmen, 4 Mayıs 2000'de, Milliyet'e verdiği mülâkatta, Türk hâkimlerine ışık tutabilecek görüşler ifade ediyordu.

"Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11'inci maddesinde, taraf devletlerin, sözleşmede yer alan hak ve özgürlükleri, yetki alanları içindeki bireylere sağlamakla yükümlü oldukları belirtilmektedir. Bu yükümlülüğün nasıl yerine getirileceği, devletlere bırakılmıştır. Devletler, ister, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni iç hukuklarında doğrudan doğruya uygular, ister, bir yasa ile bu sözleşmeyi iç hukuklarının bir parçasına dönüştürür. Anayasa'nın 90'ıncı maddesi, 'Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası anlaşmalar kanun hükmündedir' diyerek birinci sistemi (doğrudan uygulamayı) benimsemiş görünmektedir. Oysa Anayasa Mahkemesi, Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına dayanarak muhakemenin iadesini taleb etmesini, kabul edilebilir bulmamış, sözleşmenin 11'inci maddesinin doğrudan uygulanabilir nitelikte olmadığını belirtmiştir."

Evet, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Türk hâkimi Rıza Türmen böyle konuşuyor.

Batı standardı

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, ortak bir hukuki alan yaratmakta ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla belirlenen esaslar da, bütün Avrupa ülkeleri için geçerli olan, hukuki standardı ortaya koymaktadır.

Avrupa standardında demokrasi, talep ederken, sadece sözleşme değil, mahkemenin bu sözleşmeyi nasıl yorumladığını da göz önünde bulundurmalıyız.

Türkiye, hem sözleşmeyi imzalamış, hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuru hakkını vatandaşlarına tanımıştır. Bu tanımanın getirdiği bazı mükellefiyetler var. Her defasında mahkûm olup tazminat ödemek çare değil.

Esasında Anayasa Mahkemesi özgürlükçü bir yorumla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararları ışığında, uygulama yapabilir.

Bir çok devlet, söz konusu mahkemenin kararlarını, ceza davaları bakamından, muhakemenin iadesi ya da karar düzeltilmesi sebebi olarak kabul ediyor. Bu istikametteki bir tatbikat, Batı'nın demokrasi standardını yakalamamızı kolaylaştıracaktır.

Yargıtay Ceza Dairesi kararı

Aslında, gerek Yargıtay, gerek Anayasa Mahkemesi, zaman zaman, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin hükümlerini doğrudan doğruya uyguluyor.

Yargıtay 6'ncı Ceza Dairesi, tercüman parasını sanıklardan tahsil eden Eskişehir 2'nci Asliye Mahkemesi'nin kararının ilgili bölümünü bozmuştu. Yargıtay Başsavcılığı, 6'ncı Ceza Dairesi'nin bu kararına itiraz etti. Yargıtay Ceza Dairesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 6/3-e maddesine dayanarak itirazı red etti. (Esas 1996/6-2 Karar 1996/33) Yargıtay Ceza Dairesi, Başsavcı'nın itirazını red'ederken, Anayasa'nın 90'ıncı maddesini de göz önüne aldı: "Anayasa'nın 90'ıncı maddesine göre, usulüne uygun yürürlüğe konulmuş milletlerarası anlaşmalar, kanun hükmündedir. Bunlar hakkında, Anayasa'ya aykırılık iddiası ile, Anayasa Mahkemesi'ne gidilemez.

İnsan Hakları Sözleşmesi, TBMM tarafından, 6366 sayılı yasa ile onaylanarak yürürlüğe girmiş ve Anayasa'nın 90'ıncı maddesi uyarınca yasa niteliği kazanmıştır. İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6/3-e maddesi, duruşmada kullanılan dili bilmeyen sanığın, bir çevirmeninin yardımından ücretsiz yararlanacağına ilişkindir. Bu hüküm, adil yargılamayı gerçekleştirmek, sanığın, duruşmada kullanılan dili bilmemesi nedeniyle, kendini etkili şekilde savunmaktan yoksun kalmasını önlemek amacıyla kabul edilmiştir. Bu itibarla, yargılamada kullanılan dili anlamayan sanığa, yargılamanın tüm aşamalarında, çevirmen için ödenecek ücretin, mahkûmiyet halinde dahi, diğer yargılama giderlerine eklenerek sanıktan istenmesi mümkün olmadığından, itirazın reddine karar verilmiştir."

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun bu kararının altında, Vural Savaş'ın da imzası var.

Anayasa Mahkemesi kararı

Bir örnek de Anayasa Mahkemesi'nden verebiliriz. Anayasa Mahkemesi, Polis Vazife ve Selahiyeti Kanunu'nun bazı maddelerinin değiştirilmesi hakkındaki kanunu incelerken, polisin, genel ahlâk ve edep kurallarına aykırı davrananların parmak izleri ve fotoğraflarını almasına izin veren hükmü, kişi güvenliği ve hürriyeti açısından sakıncalı bulmuştu. Anayasa Mahkemesi, bu örnek kararında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kıstaslarını uyguladı:

"Klasik demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin, en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Kişinin sahip olduğu, dokunulmaz, vazgeçilmez, devredilmez temel hak ve özgürlükleri, tümüyle kullanılamaz hale getiren kısıtlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Özgürlükçü olmak yanında, hukuk devleti olmak ve kişiyi ön planda tutmak da aynı rejimin öğelerindendir. Şu halde, getirilen sınırlamaların, Anayasa'nın 2'nci maddesinde ifadesini bulan cumhuriyetin temel niteliklerine de uygun olması gerekir. Bu anlayış içinde, özgürlüğü kısıtlamanın şartları, sebebi, yöntemi, kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları, hep demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir. Özgürlükler, ancak, istisnai olarak, demokratik toplum düzeninin sürekliliği için, zorunlu olduğu ölçüde, sınırlandırılabilir. Demokratik hukuk devletinde, güdülen amaç ne olursa olsun, özgürlük kısıtlamalarının bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir özgürlüğün kullanılmasını ortadan kaldıracak düzeye vardırılmaması esastır." (Esas 1985/8 Karar 1986/27)

İşte bu karar, Türkiye'nin varması gereken hedefi de gösteriyor.

Ceza verirken meşru amaç gütmek yeterli değil. "Zorunlu olduğu ölçüde sınırlama" ilkesi, ceza ile güdülen amaç arasındaki orantıyı ortaya koyuyor. İkinci önemli kıstas, demokratik toplum gereklerine uygunluk.

Oysa, genelde Türkiye laik cumhuriyeti koruma bahanesiyle demokratik toplum gereklerine uymuyor, Anayasa'nın 2'nci maddesinin "demokratik hukuk devleti" tarifi sık sık unutuluyor.

Bence Yasama kadar Yargı Organı'na da büyük görevler düşüyor.

Özgürlükçü yasalar ve özgürlükçü kararlar AB'ye giden yolu aydınlatacaktır.


12 TEMMUZ 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Nazlı ILICAK

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...