T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ulusal Güvenlik Belgesi sendromu

Anavatan Partisi Genel Başkanı Sayın Mesut Yılmaz, partisinin genel kongresinde, Türkiye'de bir Ulusal Güvenlik Belgesi sendromu olduğunu ve bu belgenin mevcudiyetinin Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girişte bir engel teşkil ettiğini iddia etmiş ve bu konunun tartışılması gerektiğini ileri sürmüştür.

Bu konuşma birçok çevrede yankı uyandırmış ve Ulusal Güvenlik Belgesi konusunun tartışılması gerektiği tezleri ileri sürülmüştür.

Meclis Başkanı bu konuyu TBMM'ye getireceklerini ve orada tartışacaklarını beyan etmiştir. Ayni şekilde muhalefet partileri de konunun Meclis'te tartışılmasından yana olduklarını beyan etmişlerdir. Ancak, Ulusal Güvenlik Belgesi veya sendromunun hangi yönüyle TBMM'de tartışılması gerektiğini, kimse ortaya koymamıştır.

Ulusal Güvenlik Belgesi birçok yönüyle tartışmaya açılabilir. Bu yönlerden bir tanesi, bu belgenin hazırlanış şekli ve hazırlığa katılımcıların kimler olması gerektiği, olabilir.. Bunun başka bir yönü, böyle bir belgenin hazırlanmasının gerekli olup olmadığı tartışma konusu olabilir. Ancak bizce, gerek konuyu ortaya getirenler ve gerekse bunu tartışmaya açmak isteyenler, bir konuyu açıkça söylemelidirler. Tartışılmak istenen konu, ne böyle bir belgenin gerekliliği ve ne de bunun hazırlanış biçimidir.

Bizce asıl tartışılması istenen nokta, böyle bir belgenin, Anayasa'nın üstünde bir belge olarak algılanmasıdır.

Mesut Yılmaz'ın bu konuya bir sendrom deyimiyle yaklaşması ve bu sendromun, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girişte engel teşkil ettiğini söylemesi de, bu görüşü teyit etmektedir. Daha açık bir ifadeyle tartışmaya açılmak istenen konu, Ulusal Güvenlik Belgesi oluşturulurken ve belgenin gerekleri yerine getirilirken MGK'nın yani askerlerin oynadığı rolün sorgulanmasıdır..

Konuyu TBMM'de tartışmaya açmak isteyenler, bu konuyu açıkça belirtmelidirler. Yani demelidirler ki, böyle bir belgenin hazırlanmasında ve bu belgenin Anayasa üstünde bir konuma getirilmesinde askerlerin oynadığı rol demokratik prensiplerle ne derecede bağdaşabilir?.

Tartışmaya açılacak husus bu değilse, ne tartışılacaktır bu açıkça ortaya konulmalıdır.

Yoksa yapılacak tartışmalar sadece tartışmak için yani işte bu konuyu tartıştık demek için yapılmış olur.

Nazari olarak, bu tip belgeler sivil otoriteler tarafından hazırlanır. Elbette askerlerin devlet yapısında önemli bir organ olarak katkıları bulunacaktır. Sivil otoritelerin hazırladığı bir belgeden dolayı, ne yapalım askerler böyle istiyor gibi bir gerekçe ileri sürmek bir zaafın, bir güçsüzlüğün ifadesidir.

12 Eylül askeri müdahalesinden sonra, Avrupa Konseyi'nde yapılan tartışmaları hatırlatmamızda fayda vardır:

12 Eylül 1980 yılında yapılan askeri elkoyma hadisesinden sonra, konu Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde tartışma konusu yapılmıştır. Bu tartışmalarda söz alan üyelerin tamamı, Türkiye'de bir askeri darbe olduğunu, bu durumun Avrupa Konseyi statüsüyle bağdaşamadığını, bu sebeple de Türkiye'nin üyeliğinin hemen askıya alınması gerektiğini hararetle savunmuşlardır.

Ancak bu konuşmalara karşı İngiliz İşçi Partisi üyesi Mr. Flecher'in verdiği cevap hâlâ kulaklarımızdadır.

Mr. Flecher demiştir ki;

-Beyler siz Türkiye'de bir askeri darbe olduğunu söylüyorsunuz. Oysa darbe mevcut olan bir güce karşı yapılır. Türkiye'de böyle bir güç yoktu ki, bir darbe söz konusu olsun. Ortada bir devlet otoritesi boşluğu vardı. Bu boşluk askerler tarafından doldurulmuştur..

Ulusal Güvenlik Belgesi konusunu incelerken bir noktaya çok dikkat etmek gerekir. Askerlerin devlet idaresinde fazlaca etkili olduğundan şikayet edenler, oturup düşünmelidirler: Ulusal Güvenlik Belgesi'ni kim hazırlıyor, bu belge kimin adına hazırlanıyor.

Nazari olarak bu belge, Bakanlar Kurulu tarafından hazırlanıyor. Yani bu belgenin hazırlayıcısı da, sahibi de sivil bir kuruluş olan Bakanlar Kurulu'dur. Hal böyleyken bu kuruluşun bir üyesinin, bu belgedeki asker etkilerini sorgulaması nasıl olur?

Bu büyük bir çelişkidir.

Bu etki askerlerin çok güçlü olmasından mı, yoksa sivil organların çok güçsüz olmasından mı kaynaklanmaktadır...

İşte sorgulanacak ve tartışılacak konu sadece ve sadece bu olmalıdır.
  Al sana bir kaya...

Sebebini bilen varsa söylesin
Köy kahvelerinden birisine, köylü bir vatandaş, kafası, gözü yara bere içerisinde, yüzünden kanlar akarak dalmış.
Kahvede oturanlar etrafına toplanmışlar ve telaşla sormuşlar:
-Aman hemşehrim bu ne hal? Ne oldu sana?
Adam kesik kesik anlatmaya başlamış:
-Şehirden köye geliyordum. Baktım ki, bizim ekinin içerisinde çobanın birisi koyunlarını otlatıyor. Hemen adamın yanına yaklaşıp bağırdım.
-Ulan burada ne arıyorsun. Çabuk koyunlarını dışarı çıkar.
Adam birdenbire üzerime atladı, ben hemen kaçmaya başladım.
-Eeeee... Sonra ne oldu?
-Vallahi sonra ne oldu ben de anlıyamadım... Tarla mı kesekliydi.. Ben mi hızlı kaçamıyordum... Yoksa adam mı çok hızlı koşuyordu... Veya elindeki sopası çok mu uzundu... Adam yetişti yetişti kafama sopayı indirdi.. Ben ne bileyim bu işin nasıl olduğunu?

Nereye dayarsan daya  


27 Ağustos 2001
Pazartesi
 
CEVDET AKÇALI


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED