|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye'nin ve Türk siyasetinin işi gerçekten çok zor. Çünkü, siyasetin ve demokrasinin önüne kelimenin tam anlamıyla "kurt kapanı" kurulmuş durumda. Örneğin, Tayyip Erdoğan'a karşı başlatılan "infaz" kampanyasını hangi akıl ve mantık sınırları içinde değerlendireceğiz? "Değişim iradesi"ni açıkça ifade eden birisine, "değişim hakkı"nı bile tanımayan bir zihniyeti nasıl bir demokratik anlayışla izah edeceğiz? Bu nasıl ilkel bir mantıktır ki, değişimin ve değişen insanların "yükselen değer" haline geldiği bir dünyada sadece Tayyip Erdoğan'ın değişmesi adeta bir "suç" olarak görülebiliyor. Geçmişin marksistlerini bile neredeyse günde "beş vakit" alkışlayan bir zihniyet acaba Tayyip Erdoğan'ın değişmesinden niçin korkar? Elbette, kimse Tayyip Erdoğan'ın "değiştim" sözlerine inanmadığı için suçlanamaz. Ancak değişimi sınamanın da, fikirlerine karşı olunan bir hareketi yenmenin de tek "meşru" yolu siyasettir. Aksi takdirde, hukuku siyasallaştırarak, özgürlükleri sınırlayarak başlatılan bir "imha hareketi"nin faturası sadece hedef alınan siyasi harekete değil, bütün bir topluma ve demokrasiye çıkacaktır. İşin daha da hazin olanı, bu kampanyanın Türkiye'nin "toplumsal ve siyasal haritası"nda yaratacağı tahribatı kimsenin dikkate almıyor olmasıdır. 28 Şubat'ın üzerinden tam dört yıl geçti. Peki, o günlerden geriye kalan mirasın mutlu bir "Türkiye tablosu" olduğunu kim söyleyebilir? Bu ülkede yaşayan tek bir kişi çıkıp, "tehdit politikaları" ve "toplum mühendisliği projeleri" ile Türk ekonomisinin gelişmişlik anlamında onurlu bir düzeyde olduğunu, demokrasimizin çağdaş standartları yakaladığını söyleyebilir mi acaba? Peki ama, her seferinde ekmeği biraz daha küçülen, belki de geleceği hiç gelmeyecek olan bu insanlara çalınan umutlarını, hayallerini geri verebilecek misiniz? Sanmıyorum. Zira, savaş çığlıklarının atıldığı, "kutuplaşma"yı daha da azdıran bütün kampanyalardan payımıza sadece daha az demokrasi ve daha az özgürlük düştü. Örneğin, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun AK Parti'nin başörtülü kurucu üyelerinin partiden atılması yönünde Anayasa Mahkemesi'ne yaptığı başvuru, "düşük ölçekli" bir demokratik ülke için bile mantık dışı bir girişim. Sadece yasağı veri kabul ederek başlatılan akıllara ziyan bu girişim, yasağın hukuksuzluğunu en açık biçimde teşhir etmiş bulunuyor. Eğer Türkiye, demokrasinin başına musallat olan bu "türban yasağı belası"ndan kurtulamazsa, korkarım Taliban uygulamalarıyla tersinden aynı çizgiye gelecek. Bakın Taliban da önceki gün ülkede interneti yasakladı. Anadolu Ajansı'ndan gelen haberin ilk paragrafı aynen şöyle: "Afgan şeriat radyosundan dün yayınlanan duyuruyla Taliban, ülkede internet kullanımının yasaklandığını, yasağa rağmen internet kullananların şeriat yasası gereğince cezalandırılacağını ilan etti." Doğrusu, Türkiye'nin Taliban'la aynı dalga boyutunda buluşmasından sadece acı duyuyorum. Artık bir şey çok açık, dünyanın neresinde olursa olsun yasakların mantığı hiç değişmiyor. Nitekim Taliban, Afganistan'da insanların kılık kıyafetlerini belirliyor, interneti yasaklıyor. Türkiye'de de devlet kıyafet özgürlüğüne müdahale ediyor, interneti de yasaklama için uğraşıyor, çok şükür ki şimdilik başaramıyor. Peki bir fark görebiliyor musunuz?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |