|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Birkaç yıl öncesine kadar "küresel toplum"dan sözedilirdi. Ama bugün "küresel toplum" kavramının pratikte pek karşılığı olmadığı anlaşılınca bu kavram terkedilmeye başlandı. Artık "küresel toplum" kavramını sadece Amerikalı siyasetçiler, ekonomistler ve stratejistler kullanıyor. Çünkü Amerikalılar, küreselleşmeyi, ABD eski Dışişleri Bakanları'ndan kurt politikacı ve stratejist Henry Kissinger'in deyişiyle, "dünyanın Amerikanlaşması'nın öteki adı" olarak görüyorlar. Küreselleşme teorisyenleri, gerçek anlamda küreselleşmenin bir ütopya, bir illüzyon olduğunu söylüyorlardı. Ne ki, küreselleşme konusunda hakim olan söylem, küreselleşme teorisyenlerinin değil, daha çok Amerikalı ve Amerikan/laşma yanlısı liberal ekonomistlerin, politikacıların ve stratejistlerin geliştirdikleri söylemdi: Dünyada durdurulamaz, geri döndürülemez bir küreselleşme tren(d)i var(dı) ve tüm dünya bu tren(d)e binmek zorunda (kalacak/tı)! Oysa bugün küreselleşme teorisyenlerinin söylediklerinin gerçekleşmeye başladığı bir sürece girdi dünya. Küreselleşme fenomeni üzerinde kafa yoran sosyal teorisyenlerin söylediği şeyi hatırlayalım: Küreselleşme, elbette ki siyasi, ekonomik, kültürel ve zihinsel sınırları aşındırıyor veya ortadan kaldırıyor ama tüm dünyanın bütünleştiği veya bütünleşeceği bir pratik üretmiyor ve üret(e)meyecek de. Küreselleşme, dünyanın bütünleşmesi değil, aksine, dünyada makro ölçekte yeni kutuplaşmaların; mikro ölçekte ise gettolaşmaların oluşması sonucunu doğuracak. Elbette ki kutuplaşma ve gettolaşma kavramlarını, soğuk savaş döneminin zihin yapısıyla veya kavramlarıyla açıklamak mümkün değil. Ortaya çıkacak kutuplaşmalar, (en azından kısa vadede) siyasi düzlemde blokların oluşması biçiminde tezahür etmeyecek. Kutuplaşmalar, daha çok küresel ölçekli sosyolojik kırılmalar, kopmalar, kamplaşmalar veya farklılaşmalar şeklinde tezahür edecek. İşte şu an, dünya tam da böylesi bir sürecin eşiğine doğru sürükleniyor. Sosyal teorisyenler bu yeni durumu (konfigürasyonu) tüm dünya ölçeğinde yaygınlaşan bir "yatay toplum"un oluşması olarak tanımlıyorlar. Peki, ne demek "yatay toplum"? Dünyanın, yani tüm dünya toplumlarının, genel anlamda Latin Amerikalaşması demek: Buna göre, dünyadaki tüm toplumların en üst sınıfları (örneğin tepedeki % 10'luk kesimi), aynı duyarlıkları, zevkleri, beğenileri, kısacası hayat tarzlarını benimseyen insan topluluklarından oluşacak. Öte yandan tüm dünyadaki toplumların en alttaki % 30-40'lık kesimleri de benzer hayat tarzlarına sahip olacak. En tepedeki % 10'luk kesim, tam anlamıyla dünya vatandaşı gibi yaşayacak: Dünyanın en iyi üniversitelerinde eğitim görecek, dünyanın en iyi tatil yerlerinde tatil yapacak, dünyanın en lüks alış-veriş merkezlerinden alış-veriş yapacak. En alttaki % 30-40'lık kesim ise açlık sınırında yaşayarak "hayat kavgası", varolma, hayata tutunma savaşı verecek. En tepedeki üst sınıf/lar, gerçek anlamda küreselleşirken; en alttaki sınıflar, sanal anlamda ve sanal yollarla küreselleşecekler. Biri gerçek anlamda, diğeri de sanal anlamda küreselleşen bu iki sosyolojik (sosyo-kültürel ve ekonomik küresel) kutup arasındaki irtibatı kültür endüstrisinin zaman-mekan engelini aşan iletişim ve eğlence araçları sağlayacak. Küreselleşme ile latin amerikanlaşmanın örtüştüğü yer, ortak nokta işte burada karşımıza çıkıyor: Bu araçlar, popüler kültür, spor ve eğlence ürünleri aracılığıyla yalan veya sanal dünyalar, avuntular, ikonlar, şanslar, uçucu ve anlık doyumlar ve kimlikler üretecek; bu durum gerilim, çatışma, hak arama, haksızlıklara başkaldırma imkanlarını bastıracak, ortadan kaldıracak, her şeyi buharlaştıracak. Şu an dünyanın latinamerikalaşması olarak adlandırdığım bu yatay toplum, tüm dünyada klonlarını (kopyelerini) üretmeye başladı bile. Genelde genetik mühendisliğindeki başdöndürücü gelişmelerin, özelde ise klonlamanın böylesi bir zaman diliminde gerçekleşmesi hiç de tesadüfi değil, demek ki! Kültür, eğlence ve spor endüstrisinin sanal avuntular, doyumlar, kaçışlar ve dolayısıyla din-dışı kutsallıklar, hazlar ve kırılgan kimlikler üreten "büyülü", sağaltıcı; tepkileri etkisizleştirici; çelişkileri, haksızlıkları, eşitsizlikleri bastırıcı ve her şeyi buharlaştırıcı yapısı, müslüman toplumlarda ne tür etkiler / sonuçlar doğuracak? Benim kanaatim şöyle: Her şeyi primitif ve sefih bir dünyevileşmeye indirgeyerek, çelişkileri, haksızlıkları bastıran bu yeni durum, müslüman toplumlarda, kısa vadede toplumsal ve ahlaki çözülmelere, vudumduymazlıklara ve küreselleşmenin yanıltıcı, yanılsatıcı ve ayartıcı özgürlükler vaadi nedeniyle zihin kaymalarının yaşanmasına yol açabilir. Şu an böylesi bir sürece girdiğimiz söylenebilir. Ama bu yeni durum, orta ve uzun vadede, müslümanlığın haksızlıklara, eşitsizliklere, adaletsizliklere, bencil ve sefih davranış biçimlerine karşı çıkan anlam haritalarının yeniden ve daha bilinçli, daha güçlü ve daha içtenlikli ve de küresel boyutlarda hatırlanmasına, hayatiyet kazanmasına imkan tanıyabilir. Şu an dünyada bu tür bir direniş ve varoluş imkanı sunabilecek müslümanlıktan başka bir dünya tasavvurunun kalmadığını Batılıların çok iyi gördüklerini, o yüzden müslümanlığın küresel bir tehdit olarak konumlandırıldığını unutmayalım. Şu an Türkiye, küreselleşmenin ve Latin Amerikanlaşmanın yol açtığı zaaflarla, sorunlarla, zihin kaymalarıyla boğuşuyor. Sonraki yazıda bu handikapların nasıl yeni imkanlara dönüştürülebileceğini tartışacağım.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |