|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İzin başladığında, Mesut Yılmaz'ın açtığı "ulusal güvenlik" tartışmasının Millî Güvenlik Kurulu'nda görüşülüp görüşülmeyeceği gündemin en çok konuşulan konusuydu. Sonra neler oldu neler!.. Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in kızı evlendi. (Mutluluklar dileriz.) İstanbul'da SOS Fuarı açıldı. Santana, yeni bir albüm hazırlığına başladı. Yolda giderken, bir kamyonun arkasında "Rakiplerin seni zirveye laik gördü" yazısını okudum. İsrail ve Filistin'de kanlı günler yaşandı. Aşırı yağışlar yüzünden, deprem bölgesini sel aldı. Uh ah!.. Ha babam, de babam, on iki dev adam, Haydarpaşa Garı'nda basketbol oynadı. Başbakanlık binasında zincirli protesto eylemi yaşandı. Kanadoğlu tatilden döndü ve Tayyip Erdoğan'ın AKP Genel Başkanı olamayacağını, başörtülü altı kurucu üyenin de yakışık almadığını söyledi. Ardından düğmeye bastı. Ekonominin kötüye gittiği, Amerikan Doları'nın durmadan yükseldiği dikkate alınarak, Türkiye'nin borçlarını ödeyemeyeceğini cümle âleme ilan etmesinin yani 'morotoryum'un sözkonusu olup olamayacağı tartışıldı. Ki tam o günlerde biz mosmorotoryum bile ilan edilebileceğini söyledik ama kimse duymadı. Yunanistan, İzmir Enternasyonal Fuarı'na katılmaktan vazgeçtiğini açıkladı. Sebep, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin de fuara katılmasıymış. Türk Lirası'na itibar kazandırmak gerektiğinin farkına varıldı. Bülent Bey, "Zayıf parayla güçlü ekonomi kurulamaz. Bir devletin parası, o devletin onurudur" dedi. "Günaydın bayım" diye cevapladık; eminim onu da duymadı. Bayındırlık Bakanlığı'nda yapılan işler büyüteç altına alındı ve geniş çaplı gözaltılar başladı. Bakanlık bünyesinde ne kadar çok marksist bulunduğunu öğrendik. Yastık altındaki paraların ekonomiye kazandırılması gerektiği söylendi. Rivayete göre çok para varmış yastık altlarında. Evde bakmadığım yastık altı kalmadı, yine de tek kuruş bulamadım. Diyanet, Türk Lirası'na itibar kazandırmak amacıyla hutbe hazırlayacağını bildirince "Din işleriyle devlet işleri birbirine karışmıyor mu?" endişesi yaygınlaştı. Ve çok iyi bildiğiniz gibi, bütün bunların hepsine sünger çeken gelişme; işadamı Üzeyir Garih öldürüldü. Cinayet henüz tam olarak aydınlanmış değil. Önce bir çocuk katil ilan edildi, ardından bir asker. Komplo teorisyenleri bu tür haberlere gülüp geçtiler ve değişik senaryolar üretmeye devam edildi. Televizyonlar, gazeteler bir haftadır Garih cinayetiyle dolu. Galiba hiçbir şey kesin değil. Biz Kuzey Anadolu Fayı'nı incelemeye çalışırken, fay birden bire harekete geçti ve Düzce merkezli bir sarsıntı oldu. Bu arada protesto eylemleri mevzi değiştirdi. Başbakanlık ve bulunduğu sokak her türlü geçişe kapandıktan sonra, parti genel merkezi ve Kızılay gibi mekanlar protestolara sahne oldu. Türkiye altıncısı olan Fatma Zehra üniversiteye giremedi, açıkta kaldı. Adi cinayet mi?
Üzeyir Garih gibi 'kaliteli' bir adamın, 'adi' bir cinayete kurban gitmesini anlamak zor. Fakat cinayetin adi olup olmadığı, maktüle göre değil, katile göre tayin ediliyor. Bugünkü hutbeden iki satır
"Millî irademizin millî hakimiyetimizin ve hükümranlığımızın en önemli göstergelerinden ve sembollerinden olan millî paramıza gereken değeri vermeliyiz. Ürettiğinden fazlasını hem de borç alarak tüketen değil, üreten insanlar olmayılız. Paramızı dolara marka dövize değil, üretime yönlendirmeliyiz." DEĞİŞMEYEN SORU
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |