T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Salkım salkım dökülüyor...

Yılmaz Karakoyunlu, "Salkım Hanım'ın Taneleri"ni yazdığı için değil, bunu kötü yazdığı için cezalandırılmalı.

Filmi daha başarılıydı mesela.

Çünkü Karakoyunlu "edebiyat dili"yle edebiyat yapmayı birbirine karıştıran bir yazar; "sesinde soğuk bir dehşet harelendi", "saadetli bir öğlen güneşi yükseliyordu" gibi ilginç, süslü püslü, ama edebiyat yapmanın kötü örnekleri sayılabilecek cümleler geçit resmi yapıyor romanlarında.

Hayır, mahut tartışmaya girmeyeceğim...

MHP'li Ahmet Çakar'ın başlattığı o lüzumsuz polemikten sözediyorum...

Adam ne kitabı okumuş, ne filmi izlemiş; bu mevzuların son derece dışında ve uzağında; eline tutuşturulan metne bakarak önüne geleni suçluyor.

Vatan haini...

Ordu düşmanı...

Şerefsiz...

"Salkım Hanım'ın Taneleri"yle, Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki utanç sayfalarından birinin daha aralandığını ve "Varlık Vergisi" uygulamasının teşrih masasına yatırıldığını bilmeden, anlamadan, anlamak istemeden üstelik.

Neyse...

Benim derdim başka.

Benim derdim Yılmaz Karakoyunlu ile...

Karakoyunlu, "Salkım Hanım'ın Taneleri" medyatik lince tabi tutulunca, belki de kendisini kurtarma refleksiyle, "Benim yazdığım romanı değiştirmişler" diyerek "suçu" filmin senaristi Etyen Mahçupyan'a atmıştı.

Madem "hain" aranıyordu, Etyen'den daha uygunu bulunamazdı herhalde.

Adam hem romanı çarpıtmış, hem de bir Ermeni...

Karakoyunlu bununla da kalmadı; MHP'li Ahmet Çakar "Sözkonusu film şerefli Türk generaline tecavüz suçu atfediyor" deyince, hemen bir "düzeltme" (!) yaptı ve tecavüz suçu işleyen paşanın Türk askeri değil, Hamidiye (Kürt) paşası olduğunu söyledi.

Karakoyunlu kim?

Onu "Oyun Yazarları Derneği Başkanlığı"ndan hatırlıyorum.

Banker Kastelli'nin danışmanlığından dernek başkanlığına, gazetecilikten holding yöneticiliğine, milletvekilliğinden bakanlığa, bütün ikbal basamaklarını sekmeden, emin adımlarla tırmanmış bir sanat ve siyaset fenomeni...

Politikadaki başarısını bilmiyorum.

Bir-iki kez televizyonda izlemiştim. Bir de, bir yazısını okumuştum: Frak-türban karşılaştırması yaparak, kendince başörtüsü sorununa çözüm öneriyordu. Fena bir yazı değildi.

Ama beni daha çok sanatçı kişiliği ilgilendiriyor.

"Üç Aliler Divanı", "Salkım Hanım'ın Taneleri", "Güz Sancısı" Karakoyunlu'nun intişar etmiş üç önemli eseri.

Ben son ikisini okudum.

Güz Sancısı ve Salkım Hanım'ın Taneleri.

Karakoyunlu'nun "edebiyat yapma" merakına kurban gitmiş iki roman.

Daha önce, komşu sütunlarda, Fethi Naci'den aktarma yaparak, iki romana da değinmiş ve bu belağati güçlü Türk romancısının, tarihsel bir olaya kalem üşüreceğim derken nasıl dağıttığını kalem kalem dercetmiştim, bu nedenle yeniden girmiyorum.

Ancak şu kadarını söyleyebilirim:

Kötü romancıdan iyi siyasetçi çıkmaz.

Fazilet Partisi'nin henüz "kurulduğu" günlerde Yılmaz Karakoyunlu, ANAP milletvekili sıfatıyla gazetecileri toplamış ve şöyle bir açıklama yapmıştı:

"Fazilet kadın ismi olduğu için, eski RP'liler karşı çıkıyorlardı. Bence partinin ismi Şermin olsun. Şermin hatası yüzüne vurulduğunda yüzü kızaran adam anlamına geliyor..."

Ki biz, Etyen Mahçupyan ve Hamidiye paşası itirafından (!) sonra, "Şermin" sıfatını bile uygun görmüyoruz Karakoyunlu'ya...


4 Aralık 2001
Salı
 
MEHMET E. YAVUZ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED