|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Anayasa'nın siyasi partilerin kapatılmasına cevaz veren 69'uncu maddesi, 3.10.2001 tarihinde değiştirildi ve "odak" tanımı, maddenin içine dahil edildi. Buna göre, Anayasa'nın 68'inci maddesine aykırı fiiller, a) O partinin üyelerince, yoğun bir şekilde işlendiği ve bu durum o partinin yetkili organları (Büyük Kongre, Genel Başkan, Merkez Karar ve Yönetim, Parlamento Grubu) tarafından benimsendiği takdirde veya, b) Söz konusu fiiller, doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği zaman, bir siyasi parti kanunsuz fiillerin odağı haline gelmiş oluyor. Ayrıca, yapılan değişiklik, Anayasa Mahkemesi'ne, temelli kapatma yerine, söz konusu siyasi partinin devlet yardımını kesme imkânını da veriyor. FP kapatılmayacaktı
Bu değişiklik, Fazilet'in kapatma kararından önce gerçekleşmiş olsaydı, büyük ihtimalle FP kapatılmayacaktı. Çünkü odak şartı, ancak üyelerinin yoğun bir biçimde işledikleri kanunsuz fiillerin, yetki organlar tarafından benimsenmesi veya kanunsuz fiillerin bizzat yetkili organlar tarafından işlenmesi halinde oluşuyor. Eğer Merve Kavakçı'nın Genel Kurul salonuna girmesi neticesinde, FP kapatılmışsa, burada yoğunluk şartı yerine gelmemiş oluyor. Kaldı ki, Kavakçı'nın Genel Kurul salonuna girmesi, Anayasa'nın 68'inci maddesinde belirtildiği gibi, laik cumhuriyeti ihlâl ise, parti kapatmak için yetkili organların (Genel başkanın, grubun, MKYK'nın) bunu benimsemesi lâzım. (Sadece yoğunluk yetmiyor) Benimsediği takdirde, herhalde yetkili organlarda yer alanlardan bazıları için de, siyaset yasağı konulmalıydı. Demek Anayasa Mahkemesi böyle bir benimsemenin olmadığını düşünüyor. Bu konuları yeniden gündeme getirmemin sebebi, 22.11.2001 tarihinde, Recai Kutan'ın, kapatılan Fazilet Partisi'nin Genel Başkanı sıfatıyla, Anayasa Mahkemesi'ne yaptığı müracaat. Müracaatı, Saadet Partisi'nin hukukçu milletvekili, Mustafa Kamalak kaleme aldı. Kamalak, Anayasa'nın değiştirilen 69'uncu maddesine ve iyileştirmelerin geriye doğru işlediğini belirten Türk Ceza Kanunu'nun 2'nci maddesine dayanıyor. Kamalak, "parti kapatmalarda ceza kuralları uygulanır" diyor ve ilâve ediyor: "Refah davasına kadar, Anayasa Mahkemesi'nin içtihatı da bu merkezdeydi." Anayasa Mahkemesi kararları
Anayasa Mahkemesi'nin, Kamalak'ı doğrulayan bazı kararlarını aşağıda veriyoruz: 1) 16.6.1964 tarihli karar Bu karar, ticaret ve mesleki faaliyetten men cezasına -tüzel kişilerin cezalandırılamayacağı gerekçesiyle- yapılan itiraz üzerine verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, 1964 yılında, şöyle demektedir: "Tüzel kişilerin ceza sorumluluğu olup olmayacağı tartışma konusudur. Anayasa, siyasi partilerin kapatılacağını kabul etmiştir. Buradaki 'kapatma' hükmü ile 'Ticaret ve meslekî faaliyetten men' cezası arasında, hukuki nitelik bakımından bir ayrılık bulunmamaktadır... 'Hiç kimse, kanunda gösterilmeyen bir suçtan dolayı cezalandırılamaz' ilkesindeki 'hiç kimse', gerçek ve tüzel kişileri kapsar." 2) 28.9.1984'de DYP hakkındaki kapatma davasında, Anayasa Mahkemesi'nin verdiği karar: "Bu haliyle uygulanması istenilen maddeler, ceza kuralı niteliğindedir. Siyasi Partiler Kanunu'nda yer alan kapatma yaptırımın, Türk Ceza Kanunu'nun 11'inci maddesinde belirlenen klasik cezalar arasında bulunmaması, faillerin tüzel kişi olmasından kaynaklanıyor. Siyasi partilerin kapatılmaları sonucunu doğuran bu tür yasakların, birer ceza kuralı niteliğinde oldukları, 1961 Anayasası yapılırken açıkça belirtilmiştir. Partilerin kapatılması konusunda genel ilkeler öngören 1961 Anayasası'nın 57'nci maddesinin gerekçesinde, 'suçların kanuniliği (yani, kanunsuz suç olmaz) prensibi gereği, hangi hareketlerin demokratik olmadığı, kanunda belirtilmelidir' cümlesi mevcuttur." Anayasa Mahkemesi 1961 Anayasası'nın 57'nci maddesinin gerekçesine atıf yaparak, "kanunsuz suç olamayacağını" hatırlattıktan sonra, DYP'nin ceza kurallarının güvencesinden yararlanacağını da şöyle belirtiyordu: "Uygulanması istenen maddelerin ceza kuralı niteliğinde oluşu, davalı parti için, güvence teşkil eden bir takım sonuçlar doğurur. Bunlar arasında (üçüncü kişilerin eylemlerinden sorumlu olmama, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi, ceza genişletici yorum yapılamaması, şüphe halinde sanık lehine hareket edilmesi) görülmekte olunan davada göz önünde bulundurulacak ilkelerdir." 3) Anayasa Mahkemesi'nin HEP davası kararında (14.7.1993) "Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, hüküm giyme şartını dikkate almadan, devam etmekte olan kamu davalarının varlığına dayanarak siyasi partinin kapatılmasını isteyemeyeceği" belirtilmiştir. Şoför ehliyeti
Recai Kutan'ın başvurusunda, parti kapatma davalarında ceza kurallarının uygulanmasını öngören Anayasa Mahkemesi kararları suçlandıktan sonra, Türk Ceza Kanunu'nun 2'nci maddesine dikkat çekiliyor: "Bir cürüm ve kabahatin işlendiği zamanın kanunu ile, sonradan neşrolunan kanunun hükümleri birbirinden farklı ise, failin lehine olan kanun tatbik ve infaz olunur." (Türk Ceza Kanunu madde 2) Anayasa Mahkemesi'ne sunulan dilekçede durum şöyle özetleniyor: "Anayasa Mahkemesi'nin parti kapatma ve milletvekillerinin üyeliklerinin düşmesine ilişkin kararları, ceza kararı niteliğindedir. Anayasa Mahkemesi, 29.3.1983 tarihli kararında, Türk Ceza Kanunu'nun 11'inci maddesinde sayılmamış olmasına rağmen, şoförün ve sürücü ehliyetnamesinin geri alınmasını bile, cezai nitelikte kabul etmiştir. Doç. Dr. Yılmaz Aliefendioğlu'na da göre, şoför ehliyetnamesinin geri alınması, cezai nitelikte kabul edilirken, milletvekilliğinin sona erdirilmesine ilişkin kararın cezai nitelikte olmadığı kabul edilemez." Fasa fiso
Dolayısıyla 69'uncu madde değişikliği çerçevesinde karar gözden geçirilmelidir. Lehteki kural kabul görmelidir. Anayasa Mahkemesi, Refah davasından itibaren, parti kapatmanın tedbir niteliğinde olduğunu, bu yüzden ceza kurallarının uygulanamayacağını belirtiyor. Demek, milletin oy verdiği bir partiyi kapatmak ve üyelerine siyasi yasak koymak, dernek kapatmaktan veyahut şoförün ehliyetini geri almaktan çok daha "fasa fiso"! Ceza hukuku kuralları işletilmeden, sorumlu kişiler hüküm giymeden, bir dernek kapatılamıyor. (Dernekler Kanunu madde 53) Üstelik Yargıtay'a göre, dernek sorumlusunun bir defa mahkûm olması, derneğin temelli kapatılması için kâfi gelmiyor. Ehliyeti elinden alınan şoför bile, ceza kurallarının güvencesinden yararlanıyor. Sadece siyasetçiye bu hak tanınmıyor. Çünkü Anayasa Mahkemesi, içtihat değiştirdi. Neden değiştirdi? HEP davasına bakarken, niçin hüküm giyme şartını aradı da, Refah davasında, o şartı aramamak için 103'üncü maddenin ikinci fıkrasını iptâl etti? "1995'te odak tanımı Anayasa'ya girdi. Bu yüzden" diyeceksiniz. Ama 1995'teki değişikliğin amacı, partilerin kapatılmasını kolaylaştırmak değildi. Partilerin kapatılmasını düzenleyen 69'uncu madde değişikliği, demokratikleşme paketi içinde yer almıştı. 69'uncu madde değişikliğinden sonra, Anayasa Mahkemesi, kararını düzeltme fırsatını ele geçirmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde Türkiye'yi mahcup duruma düşürebilecek bir kararda ısrar edilmesi kime ne fayda sağlar ki! NOT: Murat Belge'ye hak veriyorum. "Merwe"nin yazarı gerçekten kaliteli değil. Yukarıda yazdıklarımı bile anlamaktan aciz kalabilir. Bir soru takıldı zihnime: Mehmet Barlas'la canlı yayında tartışmaktan "kaçan" kimdi? Merwe mi? Acaba bu konuları canlı yayında benimle tartışabilir mi?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |