|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kafanızın karışmasını istiyor, olan-biteni anlamak istemiyorsanız; 'büyük medya'dan ayrılmayın! Örneğin dünkü Sabah'ın manşeti: 'Avrupa'ya dev adım'... Altındaki spot ise şöyle: 'Türkiye, Anayasa değişikliğiyle daha özgür, daha eşit, daha demokrat bir ülke oldu. Böylece AB yolu açıldı'... Başbakan Bülent Ecevit ise TBMM'deki anayasa değişikliği oylaması sonunda yaptığı 'teşekkür konuşması'nda Meclis'in çok başarılı bir sınav verdiğini söyleyerek, 'AB'ye tam üyelik yolunun açıldığını' ileri sürdü. Ne müthiş bir 'ironi'dir ki, bu satırlarla kamuoyunun kafası bulandırılırken, Türkiye'nin 1999 Aralık ayındaki Helsinki Zirvesi'nde AB'ye 'aday üyeliği'ni elde etmesinde başrolü oynamış bulunan, o dönemde AB ile ilişkilerden sorumlu Devlet Bakanı M.Ali İrtemçelik, dün yaptığı bir basın toplantısıyla 'Türkiye'nin geleceğine ilişkin en büyük tehdidin bu hükümet olduğunu' ifade ederek, Ecevit hükümetini çekilmeye davet etti ve ANAP'tan istifa etti. Sabah gazetesinin muazzam borçları ve Etibank soruşturması nedeniyle bu hükümetin kucağında oturduğu ve özellikle Hüsamettin Özkan ve Mesut Yılmaz ile yakın ilişkileri olduğunu, gazetenin 'manşet politikası'nın buna uygun olarak belirlendiğini bilmeyen herhalde pek az kişi kaldı. Ama, Türkiye'nin 'AB'ye tam üyelik hedefi'ni adeta bir 'misyoner' gibi savunan ve Mesut Yılmaz'ın yakın arkadaşı olarak, politikaya onun vasıtasıyla; üstelik İstanbul'da birinci sıradan ANAP milletvekili adayı olarak giren M.Ali İrtemçelik'i, bütün bu özellikleriyle hatırlayan az kişi olabilir. Bu anlamda, M.Ali İrtemçelik'in dün ANAP'tan, anayasa değişikliklerinin bir gün sonrasında hükümeti istifaya davet ederek ayrılması, bir 'fırça darbesi'yle 'siyasi tablo'yu çizmek kadar önem taşıyor. İrtemçelik, 6 sayfalık açıklama metninde "Dünyanın neresinde olursa olsun, halkın gönlünden çıkmış bir Hükümet, söyleyecek sözü kalmamış olduğunu; artık ülkesine yük olduğunu anlaması gereken Hükümettir" diyor ve ekliyor: "Hal böyleyken, Sayın Ecevit ve koalisyon ortaklarının göreve devamda direnmeleri, 57. Hükümete, Türkiye'nin kendi kendisine yönelttiği; ne zaman ateş alıp, ne denli tahribat yapacağı belirsiz bir tehdit hüviyeti kazandırmaktadır. Bu duruma kayıtsız kalmak, ulus açısından kabul edilemez." M.Ali İrtemçelik, Mesut Yılmaz adlı makinistin yönetiminde artık raydan çıkmaya başlayan 'ANAP treni'nden atlayıp, bir başka trene kapağı atmayı tasarlayan 'siyaset esnafı' türünden değil. Diplomat kimliği ve Türkiye'nin AB serüveninde bir zamanlar üstlendiği rol ve yaptığı katkı ile, 'meseleler'i daha geniş bir prizmadan görebilme, anlayabilme ve yorumlayabilme yeteneğine sahip bir şahsiyet. Nitekim, açıklamasındaki şu satırlar özellikle dikkate değer: "Bundan sonra teknik anlamda her adımını doğru atsa dahi kamuoyu indinde giydiği hükmü değiştiremeyecek olan bu Hükümet görevi daha fazla gecikmeden bırakmalıdır. Türkiye'miz, çevresindeki coğrafyalarda önemli hareketliliklere ve bunların küresel ölçekte çok yönlü izdüşümlerine tanık olabileceğimiz yakın gelecekte göğüslenmesi gerekebilecek daha büyük sıkıntılara, alınmaya bekleyebilecek kritik kararlara, yapılması gerekebilecek stratejik tercihlere bu takatsiz ve itibarı eriyip yitmiş Hükümetle yakalanmamalıdır." Bu satırlar, 11 Eylül 2001 sonrasının 'paradigma değişikliği'nin algılandığına ve bunun Türkiye üzerindeki 'mukadder izdüşümü'ne işaret ediyor ve İrtemçelik, dünkü açıklaması ve ANAP'tan istifasıyla, Mesut Yılmaz'ın belirleyici bir parçası olduğu Ecevit hükümetine uzak olmayan bir gelecekte 'adieu' denilmesi için bir 'işaret fişeği' ateşlemiş oluyor. ANAP Kongresi'nde rekor sayıda delege oyuyla zaferini perçinlemiş olan Mesut Yılmaz'ın, bu tarihten tam tamına iki ay sonra ANAP'ta 'önlenemez bir kan kaybı' ile karşı karşıya kalması, Türk siyaset sahnesinde gelişmelerin ne kadar süratli ve sürprizli yol alacağının şaşmaz bir göstergesi. ANAP ve Mesut Yılmaz'la birlikte Bülent Ecevit hükümeti başaşağı giderken; buna TÜSİAD başta, iş çevrelerinin geniş kesimleri can-ı gönülden katkıda bulunurken; Türkiye'nin söz konusu anayasa değişiklikleriyle 'AB yolunu açtığı' kocaman bir aldatmacadan ibarettir. Hele, 'milletlerarası anlaşmalara iç hukukun üzerinde yer vermeyi' öngören anayasa değişikliğinin her iki turda 'anti-küreselci' ve 'anti-AB' zihniyetle reddedilmiş olması, Türkiye'nin 'AB yoluna diktiği' bir büyük barikattır ve bunun AB tarafından böyle değerlendirilmesi ve bu değerlendirmenin önümüzdeki ay yayınlanacak olan 'Türkiye İzleme Raporu'na yansıması muhtemeldir. AB ve genel olarak Avrupa, 11 Eylül 2001'in yol verdiği 'jeopolitik yeni oluşumlar' sayesinde Rusya ile yakınlaşır ve bir 'güvenlik işbirliği'ne yönelirken, AB'nin 'güvenlik' açısından Türkiye'yi Helsinki 1999'a oranla daha 'marjinal' bir noktada görmesi ihtimali mevcuttur. Türkiye, bunun önüne, daha fazla 'demokratikleşme' ile geçebilirdi ama bu anayasa değişiklikleri bu yönde gerçekleşmemiştir. Bu arada, Tayyip Erdoğan'ın milletvekilliğinin önünün -hem de yargı değil, TBMM kararıyla- kesilmiş olmasını da bir yere kaydetmek gerekiyor. Bunu acaba 11 Eylül'den sonra Türkiye gibi, 'Batı sistemi'nin genel çerçevesi içinde addedilen bir ülkede 'İslam referanslı siyasete yol vermemek' olarak anlamalı mıyız? Eğer böyleyse, hükümetin dağılmakta olduğu şu zaman diliminde, 11 Eylül 2001 öncesinden farklı 'yeni siyaset parametreleri' gündeme gelecek ve hükmünü icra edecek demektir. Daha açık mı konuşalım? Yarına...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |