|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 Eylül 2001'i, dünya tarihinin içinden geçtiğimiz dönemine ilişkin bir 'paradigma değişikliği' olarak gördüm. Üstelik, hayli süratli biçimde. O yüzden, tıpkı 20.Yüzyıl'ın 'siyasi tarih anlamında' 28 Haziran 1914'te Saraybosna'da Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip'in Avusturya Veliahtı Franz Ferdinand'a düzenlediği suikastla başlaması gibi; 21.Yüzyıl'ın 'siyasi tarih anlamında' New York'taki 'İkiz Kuleler'e çarpan ticari uçaklarla başladığını işaret ettim. Bu saptamamda tek ya da yalnız olmadığımı, dünyanın birçok köşesindeki gözlemci ve yorumcuların benzeri tespiti yapmalarıyla anladım. Usame bin Laden ya da Muhammed Atta'yı, bugünün Gavrilo Princip'i olarak algılayabilirsiniz… 21.Yüzyıl, her yüzyıl gibi kendisinden önceki yüzyıl ve yüzyıllardan birçok şeyi elbette tevarüs edecek. İlk on yılında 21.Yüzyıl'ın aktörlerinin bir bölümü, 20.Yüzyıl'da gördüklerimiz olacak. Ama, 11 Eylül'le söz konusu olan 'yeni dinamikler'in harekete geçmesidir. 21.Yüzyıl'ı öncekinden 'radikal ölçülerde' çok farklı kılacak olan yeni dinamikler… Yeni yöntemler, yeni araçlar hatta 'biyo-terörizm'de farkedilebileceği gibi yeni silahlar 'küresel ölçekte' yürüyecek yeni mücadele türlerinde devreye girecek. Bunun 'sinyaller'i, 11 Eylül eyleminin yapılış biçimiyle dahi ortaya kondu. Bu kadar 'yeni' unsur, yeni bir yüzyılda herşeyin, bu arada eski düşünce tarzlarının, eski yaklaşım biçimlerinin gözden geçirilmesini, ister istemez, mecburi kılacak. İşin ilginç yanı, 'küresel ölçekteki' yeni mücadelenin 'eksen coğrafyası'nı Orta Asya-Alt kıta-Ortadoğu (Kuzey Afrika'yı içine alacak biçimde) oluşturacağı belli. Bu coğrafya, bir başka deyimle 'İslam coğrafyası'. Dolayısıyla, 21.Yüzyıl'da bu coğrafyada yaşıyan insanların önemli değişikliklere maruz kalacaklarını düşünmek müneccimlik sayılmaz. Bu coğrafyada yaşayan insanlar, maruz kalmalarını önleyemeyecekleri değişiklikler karşısında zorunlu olarak kendileriyle yüzleşmek ihtiyacı da duyacaklar. Bu 'yüzleşme'yi becerebildikleri ölçüde, 21.Yüzyıl'da varoluşlarını anlamlı kılabilecekler. 'Mesele'nin geniş çerçevesi bu. Tam da bu yüzden, 11 Eylül'ün failleri olarak Amerikan ya da İsrail istihbarat örgütlerini vs. aramak, 11 Eylül'ün harekete geçirdiği 'gelişmeler zinciri'ni görmek yerine abesle iştigal ile zaman tüketmektir. Böyleleri, 21.Yüzyıl'da kendilerini anlamlandıramayacak olmanın sıkıntısı içinde savruluyorlar. Aynı şekilde, 20.Yüzyıl'ın 'anti-emperyalist' ve 'anti-Amerikan' sloganlarını bağırmak ve kendi amigoluklarını izlemeleri için onu bunu 'tribünler'deki 'tezahürat'a davet etmenin, bir yararı yok. Geçenlerde bir Arap dostumla uzun bir telefon görüşmesi yaptım. Arap Dünyası'ndaki tartışmaları ve bakış açısını bana özetlerken, önemli bir tespitte bulundu. 'Gelişmeler o kadar hızlı seyrediyor ki, kavramların önüne geçti. Şu günlerde yaşananları kavramsallaştırmak çok ilerde mümkün olabilecek' dedi. Bildik 'kavramlar'la, bugün harekete geçmiş olan gelişmeleri anlayamayacağınız gibi; bugün cereyan edenlerin kavramsallaştırılması da epey bir zaman alacak. Şunun şurasında, 11 Eylül'den bu yana bir ayı biraz aşkın bir zaman geçti. Herşey daha çok taze ve sıcak. Bugünden bir yıl sonra, beş yıl sonra, on yıl sonra; geriye bugüne baktığımız zaman, herhalde, tanımakta zorlanacağımız tabloları göreceğiz. Türkiye'nin nerede ve nasıl duracağını da şimdiden merak ediyorum. 'Yeni oyun'un 'sahası'na baktığımda ve 'eski aktörler'in aldığı 'yeni tavırları' izlediğimde, Türkiye'nin 'jeostratejik önemi'nin de artık 'ebedi' olamayacağını sezinliyorum. Bu konuda dün alıntı yaptığım yazıdan şu pasajlara göz atıp, devam edelim: "… Jeostrateji kavramı çok daha durgun dönemlerin, dengeleri bozmanın maliyetinin yüksek olduğu zamanların bakışını yansıtmaktadır. Soğuk Savaş gibi her dış politika adımının veya her pozisyon alışın karşı tarafın muhtemel bir eylemini pasifize etmeye hizmet ettiği bir süreçte, Türkiye'nin jeostratejik konumunun da bir değeri vardı. Ancak küresel bir yeniden inşanın tartışıldığı günümüzde, artık bu kavram steril bir edilginliğin itirafı gibi duruyor. Türkiye varlığıyla değil eylemiyle önemli olmalıdır. Acaba Rusya, İran, Hindistan ve Çin'i de kapsayacak bir şekilde yaşadığımız bu bölgeyi bir bütün olarak kavrayacak, onu tüm meseleleriyle sahiplenecek ve dünya sistemine uyumlu hale getirmek üzere ilkesel politikalar geliştirecek bir oluşuma önayak olunamaz mı? Acaba Doğu'nun kendisine sahip çıkması, meseleyi Batı/İslam karşıtlığından çıkarmaz mı? Ve acaba böyle bir Türkiye tüm dünya açısından gerçekten de 'önemli' hale gelmez mi?" Sorulması gayet 'meşru' sorular bunlar. Ancak, bunu yapabilmek için Türkiye'nin 'pro-aktif' bir dış politika gütmesini -hele siyaset sınıfının mevcut ve görünür perişanlığına bakarak- talep etmek yetmeyecek. Bu amaçla, Türkiye'nin bir 'zihniyet metamorfozu'na ciddi ihtiyacı var. Zira, içinde yaşadığımız coğrafya nasılsa değişecek. Filistin coğrafyası da buna dahil; telaffuz edildiği anda çoğumuzu telaşa sevkeden Irak da. Dahası, 11 Eylül 2001, muhtemelen Suudi Arabistan'ın 'Suudi' vasfını ortadan kaldırıp, onu yeniden 'Arabistan Yarımadası'na dönüştürecek. Bu henüz 'telaffuz' edilmeyen gelecek. Ama gelecek. Ne demek istediğimizi yarın açalım…
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |