|
|
|
|
Oyun başladığında karşıma çıkan ilk görüntüyü anlatıyorum. Emre'den oyuncu eksilten paslar, Alpay'dan Hakan'a dubleler, Hakan'dan fuleler, Ümit'ten Fatih'e dublaj, Yıldıray'dan kamuflaj... Bizim takımın ilk yarıdaki durumu bu. Üzerimize çift forvetle gelen İsveç'e tek forvet ve bol gönüllü ile gidiyoruz. 30. dakikada basketçilerin haberi geliyor. Yani elimizi sokmuşuz sepete, ayağımızla mı sokamayacağız İsveç'e.. Hakan'ı dönerek ve adam adama savunan İsveç, kendi gerisini alan savunmasıyla hallediyor. İki adımlık boş alan bile yok rakip sahada. 45 dakika pozisyona hasret geçiyor. Onlarda var biz de yok... İkinci yarı "Emre olan dışarı, Arif olan anlar" düzeniyle giriyoruz. Ümit'imiz de daha önde, çift kanat çırpıyoruz. O 20 dakikayı dünkü üst başlığımızdaki gibi "öyle ya da böyle" taktiğiyle oynuyoruz. Geliyorlar Rüştü tutuyor, gidiyoruz Hakan atıyor. Yanımdaki Yunus Akgül haykırıyor "İnter utansın." 85. dakikada Dünya'nın büyük takımları bile skoru bulunca saldırmazken biz 8 kişi gidiyoruz. Dönüşünde tık nefes kalıp golü yiyoruz. Tamamen deneyimsizlik bu. 87.50 yazıyor kronometre ve iki taca, bir kuşa atsanız içeri de bir doktor soksanız maç bitecek. Elinizde üçüncü değişiklik hakkı da var, sok birini al en uzaktakini maç bitsin. 9 tanesi "SSON" olan İsveç "son" noktayı koyuyor. Üstelik iki kere... Bir de uyanıyorum ki Dünya Kupası meğerse rüyaymış. Birileri diyor ki; "bir baraj maçımız varmış." Eyvah!...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |