|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Aydın Doğan, Financial Times gazetesine verdiği demeçte, medya patronlarının diğer sektörlerde neden yatırım yapması gerektiğini savunurken, "1997'de İslamcı koalisyonun askeri baskı sonucu düşürülmesinde medyanın rolü"ne vurgu yapmış. Medya patronlarının başka sektörlerde yatırım yapmasının editöryal bağımsızlıklarının garantisi olduğunu, bu sayede Türkiye'nin laik karakterinin korunmasında önemli rol oynayabildiğine gönderme yaparak, Türkiye'de özgürlük ve çağdaşlık konusunda büyük rol oynadıklarını belirtmiş. Türkiye adına ne müthiş bir paradoks. Aynı laik refleks gereği olacak ki, başta Doğan grubu yayın organları olmak üzere, editöryal bağımsızlığı tartışmalı yayın grupları Türk siyasetine biçim vermeye devam ediyorlar. Üstelik hiç de üstlerine vazife olmadığı halde İslami konular, hassasiyetler ve bu hassasiyetleri öne çıkmış geniş kesimlerin siyasi ve sosyal oluşumlarına yön vermeyi de ihmal etmiyorlar. Örneğin Tayyip Erdoğan'ın yaptığı siyasal çalışmalar bu kesimin doğrudan ilgi alanına giriyor. Erdoğan'ı mahkum eden süreci hazırlamakla övünen medya grubu, Erdoğan'a sahip çıkma adına onu yönlendirmeye, hatta sahip olduğu, savuna geldiği değerlerin muhtevasını boşaltarak kendine benzetmeye çalışıyor. Bu da müthiş bir paradoks; tarihi çelişki.
Erdoğan'ın telkinle imtihanı
Basının "amiral gemisi"nde üslenmiş bulunan kimi kadrosuz düşünürler, yeni siyasi çalışmaları biçimlendirmeye yönelik düşük profilli (sözüm ona) teorik çözümlemeler, telkinler, Türk toplumuna "muhacir" gözüyle bakan sosyolojik analizler bu günlerde daha bir yoğunluk kazanmış bulunuyor. Bunların yanısıra ilk fırsatta amiral gemisine atlamak için fırsat bekleyen kimi "içerden" yazarlar da koroya katılmakta gecikmedi. Farklı bir yerden konuşuyor görünmelerine rağmen yapılan telkin ve yönlendirmelerin içeriği, hedefi hatta uslubu şaşırtıcı biçimde örtüşüyor. Bu içerden yazarlar, Erdoğan'a bir tür "akıllı olması"nı öğütleyerek, O'nu siyasi olarak meşru ve mümkün kılan tabanına fazla kulak asmamasını salık veriyorlar. Bunlara göre Erdoğan'ın başarısı; kendini inkar anlamına gelecek olan, O'nun siyasi kariyerini borçlu olduğu tabana ve beslendiği değerlere itibar etmemesine bağlı. Oysa, taktik adımlarla stratejik hedefleri birbirine karıştıran hiçbir siyasi hareketin siyasal ve toplumsal dönüşümü gerçekleştirme anlamında kalıcı bir başarı gösterme şansı olamaz. Türkiye'nin konjonktürel gerçekleri ile yarınlara ilişkin varlığının tarihi ve kültürel temellerini doğru analiz edemeyen, teşhis koyamayan bir tarz-ı siyasetin Türkiye'ye katkısı olamayacağı gibi başarı şansı da tartışmalıdır. Bizzat güncel anlamda, dünya gerçeklerini doğru okumanın yolu Müslümanlıktan neşet eden tarihi, kültürel birikim ve dinamikleri harekete geçirmektir. Telkinlerin aksine bu toplumu besleyen temel dinamikleri iptal etmeyi amaçlayan seçkinlere şirin görünmek, onların türküsünü söylemek başarının olmazsa olmaz şartı değildir. Geothe'nin müthiş bir sözü var: Sürekli değişikliğe uğrayan bir dile ölümsüz eserler emanet edilemez. Bunu siyasete uyarlarsak, sürekli misyon değiştiren siyasi hareketler ülkesine ölümsüz eser bırakabilir mi? Ya da onlara bir ülke emanet edilebilir mi?
Telkin ve dönüşüm
Geleneksel yaklaşım diye küçümsedikleri ilke ve misyon sahibi olmanın, yani ülkenin hayat damarlarıyla irtibatını diri tutan siyasi anlayışın yerine neyi ikame ettiklerini sormak gerekir bu telkin sahiplerine. Bu telkinlerin, imza sahiplerine amiral gemisinde bir köşe kapmalarına yetip yetmeyeceği tartışılabilir ama siyasi bir hareketin geleceği ile oynadıkları kesin. İlk fırsatta amiral gemisine atlamayı dört gözle bekleyen pragmatist üyeleri ile oluşturulan koro aslında yeni oluşuma "bir bölen" fonksiyonundan başka bir misyon yüklememektedirler. Bir bölen fonksiyonu icra ettiği sürece verilen destek ve bu yönde yapılan telkinler, popülist anlamda da siyasi bir başarı kazanmasını amaçlamıyor. Bir yanda "Dervişçilik" yaparken diğer tarafta içinden çıktığı tabanı ve değerleri yok sayması anlamında bir misyon biçilmekte, bu fonksiyona hizmet ettiği sürece destek verilmektedir. Yoksa "editöryal bağımsızlık"larını nasıl kazandıkları ve korudukları malum olan kartelin hem Erdoğan'ı yasaklı kılan süreçte başrol oynamasını ve hem de onun başarısını istemesinin anlamı ne olabilir? Daha önceki yazılarımızda da değindiğimiz gibi bunun tek nedeni olabilir: Türkiye'de Müslümanlığın anlamını ve ondan neşet eden değerler bütününü toplumsal anlamda içini boşaltıp, İslamcıları dönüştürmek. Önümüzdeki günlerde hareketleneceği ve yeniden dizayn edileceği açık olan siyasetin aktörleri bu telkinler karşısında ciddi bir sınavdan geçmektedirler. Ya kendi oluşlarını terk ederek seçkinler nezdinde meşruiyet kazanma kolaycılığı, ya da sessiz çoğunluğun sesine kulak vererek Türkiye'de gerçek bir siyaset yapmanın mümkün oluşunun imkanlarını keşfetmek.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |