T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K Ü L T Ü R

Ataç diye bir âdem...

1940'lı, 1950'li yıllarda Türk edebiyâtında bir Ataç fırtınası esmiştir. Hazret, Ulus gazetesinde iki üç günde bir inciler döktürürdü. Neler söylemez, neler yazmazdı ki!..

Galatasaray lisesinde okumuş, bir miktar Avrupa'da bulunmuş, devletin resmî dâirelerinde, hususîyle Cumhurbaşkanlığı servislerinde mütercimlik yapmış bir Fransızca muallimi (öğretmeni) idi.. Başlıca merakı eleştirmecilik idi.. Kendisine elbette ki edebiyatçı da diyebiliriz.. Çünkü (arı dil) merakına düşmeden evvel batı edebiyatçılarından tercüme ettiği edebî eserlerde gerçekten edebî bir dil kullanmıştı.. Üstelik Divan Edebiyâtını da iyi biliyordu.. Eleştirilerinin bâzılarında da haklı idi.. Buna mukabil, öyle tuhaflıklar ve câhilâne iddialarla ortaya çıkardı ki; şaşmamak, gülmemek, kızmamak elden gelmezdi.

Meselâ; yazılarında (ve) ve (ile) edatlarını (bağlaçlarını) kullanmamaya özen gösterirdi.. Hemen iki sözümüzün birinde başvurmak zorunda kaldığımız bu iki bağlaçı kullanmazsak ne yapacağız, iki kelimeyi, iki ibareyi, iki cümleyi, ihtiyaç halinde nasıl birbirine bağlıyacağız, Hazret bunu düşünmezdi.. Kendi kendine, güzel dilimizin ifade kudretini tahdit etmeye kalkışırdı..

Kafasına taktığı başka bir saplantısı da (devrik cümle) kullanmak âdetiydi.. Gelişigüzel konuşma lisanında kullandığımız devrik cümleyi, yazı dilinde de yaşatmak, ona göre, güzelliğin ve edebî imkânların bir tezahürü sayılmalıydı.. Bilmiyordu ki; Türk dilinin sentaksını (cümle yapısını) bozmak, onun sağlamlığını bozmaktır, sarih ve doğru ifade gücünü bulanık hâle getirmektir.

Şiire, şiir demez, (yır) derdi.. Kelimeye, (tilcik) dedi; bugünküler hiç olmazsa (sözcük) diyorlar.. (Kelime) Arapçadan gelmiş, onun için Türkçe sayılmazmış..

Böyle düşünecek olursak, düşünce dilinde, hattâ konuşma dilinde kullandığımız kelimelerin en az yarısını kapı dışarı etmeye mecbur kalmayacak mıyız? Buna imkân var mıdır? Bir an için imkân olduğunu kabul edelim.. Daha sonra ne ile düşüneceğiz, nasıl konuşacağız? Kelime üretme ekleriyle yeniden yapacağımız zevkli, güzel kelimeleri dilimize yedire yedire, alıştıra alıştıra kazandırmak başka, artık Türkçenin özmalı olmuş, Arapçadan, Farsçadan gelme kavramları atmaya kalkışmak başka!..

Şu muhakkak ki, dil ve edebiyatımızın bocalamasında, çıkmaz yollara girmesinde, bazı şair ve yazarların şaşırmasında, feyizli, isabetli istikamet bulamayışlarında Nurullah Ataç'ın vebâli ve etkisi olmuştur.. Çünkü, münekkid (eleştirmeci-eleştirmen); aslında, bir yol göstericidir, bir tâyin edicidir, bir değerlendiricidir.. San'at ve edebiyatta, hattâ ilim ve felsefede de, tenkid ve münekkid bu kadar elzem bu kadar ehemmiyetlidir!..


Osman AKKUŞAK


7 Haziran 2001
Perşembe
 
Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu
Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED