T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R

Komünist ama, doğru söylüyor!

Benim komünist olduğumu düşünüyorlar? Çünkü"Memleketi soyuyorlar, uyan Ankara!" diye feryat eden esnafa dedim ki: Ankara uyumuyor, Ankara, soygunun baş sorumlusudur!

Bayram arefesinde şöyle içaçıcı bir yazı yazmak isterdim, ama ekonomik kriz ortalığı öylesine kavurdu ki, memlekette birçok kişi kurbanlık koyuna döndü. Kriz haftası içinde Kanal 7'de Ahmet Hakan'ın sunduğu İskele Sancak'ta konuşan orta yaşlı bir vatandaş krizin ağır faturasını şöyle özetliyordu: "Dün tüccardım, bugün küçük esnafım, yarın ne olacağım belli değil!" Aynı programı seyreden bir Şişhane esnafı, bir arkadaşıma beni tarif ederek, "Komünistti ama, en doğru o konuştu" demiş. Bu yazı komünistliğime dair olacak.

Önce sözkonusu esnafın yargısını anlamaya çalışalım. Niçin benim komünist olduğumu düşünüyor? Gayet basit: "Memleketi soyuyorlar, uyan Ankara!" diye feryat eden esnaf temsilcisine dedim ki, keşke Ankara uyuyor olsa! Ankara uyumuyor, soygunun baş sorumlusudur. Kazara birazcık uyusa, işler düzelecek belki. Krizin mağdurları devlete sığınıp yardım diliyor; ben ise bir devlet filmi seyretmekte olduğumuzu söylüyorum. 12 Eylül öncesi komünistlerinin çoğunun asalak büyük sermayenin reklamcı ve pazarlamacısı oldukları bir dönemde, ben olsa olsa komünist olurdum. Yeşil komünist! Ama doğru söylüyordum; esnaf bunu iyi anlamış.

Devletler şirket gibidir

Benden önce konuşan Sayın Üzeyir Garih çok öğretici bir benzetme yaptı: "Devletler de şirketler gibidir. Şirketler nasıl zaman zaman nakit krizine girerlerse, devletler de böyle anlar yaşarlar. Ben zarar ettiği için batan şirket görmedim. Bugün zarar eder, yarın kâra geçersiniz. Batan şirketler, ellerinde külliyetli miktarda mal ve emlak olduğu halde, nakit sıkışıklığını atlatamadıkları için batmışlardır." Ne var ki, Sayın Garih büyük bir holdingin ortağı ve yöneticisi sıfatıyla, diğer birçok işadamı gibi devlete toz kondurmuyor ve devletlerin batmasının mümkün olmadığını söyleyip sözlerini noktalıyordu. Oysa daha geniş bir tarihi perspektifle meseleye baktığımızda, devletlerin tam da bu yüzden battıklarını görürüz. Zaman devlete şirin gözükmek veya yağ çekmek zamanı değil, ömrünün uzun olmasını arzu ediyorsak, kulağına gerçeği fısıldama zamanıdır. Sesim biraz yüksek çıkıyorsa, merhum Cemil Meriç'e saygımdandır. "Tarih aşıkâne fısıltıları değil, naraları duyar" diyordu.

Tartışma boyunca sadece üç defa söz aldım. Birincisinde, yıllardır söyleyegeldiğim şu gerçeği vurguladım: Türkiye, 1980'lerdeki kısır, teknoloji üretmeyen bir sanayi kapitalizminden, 1990'larda asalak bir finans kapitalizmine geçmiştir. Bu geçiş tamamen devletin patronajı altında gerçekleşmiştir. Teknoloji üretmedikleri, boyuna lisansla üretim yaptıkları için küresel pazara açılamayan büyük sanayi şirketleri, ayakta kalabilmek için bir cankurtaran simidine muhtaçtılar. Çünkü iç ekonomide enflasyon yüzünden reel gelirler aşınıyor, dolayısıyla halkın satınalma gücü düşüyordu.

Dışarıya mal satamayan, içeride de talep düşüklüğü yaşayan şirketlerin imdadına iç borçlanma mekanizması yetişti. Devlet, dünyada eşi görülmemiş yükseklikteki reel (enflasyon üstü) faizlerle borçlanmaya başladı. Bankalar işi gücü bırakıp devleti fonlamaya başladılar (tam anlamıyla birebir bankacılık!) Sanayi şirketlerinin kazançları içinde faiz gelirlerinin payı sıfırdan doksana çıktı. Devletin vergi gelirlerine göre faiz gideri yüzde 80'e ulaştı. Bu gelişmeleri soyut piyasa ilişkileri çerçevesinde değerlendirmemiz asla mümkün değildir. Bu adı konulmamış bir kurtarma operasyonudur. Devlet, kendi ömrünü kemiren kısır bir sermaye sınıfını ideolojik gerekçelerle kurtarmaya çalışmaktadır.

Diş macunu bile taklit

İkinci sözüm işçi-işveren ilişkisi ve işbirliğine dairdi. Dedim ki: Dünyanın bütün ülkelerinde, bilhassa taklit etmeye çalıştığımız sanayileşmiş ülkelerde, burjuva veya kapitalist terimleriyle nitelenen işveren, kendi işçi ve yöneticilerinin kafa ve kol emeklerine dayanarak, küresel pazardaki benzerleriyle rekabet eder.

Japon kapitalist Amerikan kapitalistle, Alman kapitalist İngiliz'le, vb. Rekabetin getirisini de çalışanlarıyla bir ölçüde paylaşırlar. Oysa Türkiye'de kapitalistlerimiz, yabancı kapitalistlerle işbirliği içinde kendi insanımızı aşağı doğru bastırmakla meşguller. Birkaç istisna ile, sanayiciliğe değil, acente olmaya talipler. Size ülkemizde diş macununun bile lisansla üretildiğini söylersem, durumun vahametini herhalde kavrarsınız.

Hükümet herşeyi berbat ediyor

Dört yıl önce de memlekette bir hükümet vardı ve işleri böylesine berbat etmemişti. Aynı işçi ve işveren çevreleri bu hükümeti devirmediler mi? Şimdi her şeyi berbat eden bir hükümeti istikrar adına savunmaları çifte standart değil midir?

Uzun tartışmalardan sonra sıra mevcut hükümetin devam edip etmemesi meselesine geldi. İşverenler kadar DİSK temsilcisi de hükümetin istifasının kaos yaratacağını, istikrarın her şeyden önemli olduğunu, ülkesini seven herkesin hükümetin devamından yana olması gerektiğini filan söylemeye başladı. Kelimenin tam anlamıyla kafamın tası attı. İnsaf, dedim. Ben de kaos istemiyorum. Ama dört yıl önce de memlekette bir hükümet vardı. Hem Meclis çoğunluğuna dayanıyordu, hem de işleri böylesine berbat etmemişti. Tam aksine, denk bütçe arayışı içindeydi. O günkü şartlarda denk bütçe demek, 1997 yılında ödenmesi 'beklenen' 3.5 katrilyonluk faizin yaklaşık 1.8 katrilyona indirilmesi demekti. Hükümet bunun için özelleştirmeyi hızlandırmak, birtakım maden ve arazileri satmak istiyordu. Aynı işçi ve işveren çevreleri elbirliği ile hükümeti devirmediler mi? Şimdi her şeyi berbat eden bir hükümeti istikrar adına savunmaları çifte standart değil midir? (İç borç o zaman 20 milyar dolardı, şimdi 60 milyar dolar!) Devletin kulağına şu bayram arefesinde fısıldamak istediğim tek söz var: Devletler dinamik zümrelerin omuzları üzerinde yükselirler. Halkının dinamizmine set çeken, müstevlilerin lutfuyla ayakta kalır. Buna ayakta kalmak denirse tabii.


4 Mart 2001
Pazar
 
MUSTAFA ÖZEL


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED