T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R

Kurban mı,Rio karnavalı mı?

İstanbul ya da Ankara'ya uçakla inen bir yabancının Türkiye'ye ilişkin ilk izlenimleri nelerdir diye sorsanız, alacağınız cevap muhtemelen yol boyu sıralanan sıvasız, gayri nizami gecekondulaşmanın çarpık görüntüleri olurdu. Latin Amerika ülkelerini hatırlatan gökdelenlerle gecekonduların iç içe geçtiği rahatsız edici, ancak hiçbir medeniyet birikimi olmayan bir ulusun ortaya koyabileceği şehir manzaraları. Sosyal alt üst oluşun, kültürel çarpıklığın hemen kendini ele verdiği büyük ve çağdaş şehirlerimiz. Türkiye'yi Avrupa'ya bağlayan, gözünüzü yumduğunuzda kendinizi batı standartlarında bir yolda hızla ilerlediğinizi hatırlatan TEM otoyolunun çevresine bakıp da rahatsız olmamak, gerçek Türkiye resmini görmemek mümkün mü? Nitekim çarpık şehirleşmemiz Avrupa üniversitelerinde ders konusu olmuştur. Dersin başlığına dikkat.

"Üçüncü Dünyada Şehirleşme - Ankara Örneği." (BBC'de yayınlanan Open University'nin programları arasında her yıl tekrarlanan bu dersi görmek için üniversitede okumanıza bile gerek yok.)

Her ne kadar Avrupa Birliği'ne aday Batılı bir ülke olsak da çizdiğimiz manzara, Batı normlarına öykünerek kurduğumuz yeni şehirler, oluşturduğumuz sosyo-ekonomik yapının dünya sıralamasında ki yeri, Batılı gözüyle, üçüncü dünyalılıktır.

Kurban bayramı sırasında TEM otoyolu kenarındaki görüntülere bakan aydınlarımızın yazıp çizdiklerinden şöyle bir anlam çıkarsamak hiç de zor değil: Böyle bir geleneğe sahip (daha doğru ifade ile böyle bir ibadeti öngören dini inanışa sahip) ülkenin mensubu olmaktan dolayı bir kez daha Avrupa karşısında rezil olmuşlar. Halkının çağdaşlık seviyesine ulaşma savaşımı yolunda ayak bağı haline gelen bu inanç ve geleneklerin başımızı önümüze eğdiren görüntüsü karşısında medya ilk defa görüş birliğine varmış. Oysa aynı medya birkaç hafta evvel de ekonominin çok iyi yolda olduğu konusunda görüş birliği içinde manşetler atıyordu.

Türk modernleşmesinin, seçkinciliğinin hala iflah olmaz bir noktada olduğunun en çarpıcı ve acıklı görüntüsüydü büyük gazetelerin attığı o manşetler, televizyon ekranlarından taşan kan ve irin kokan vahşet sahneleri!.

İnsanların hayat standartlarını iyileştirmekten çok onların kafalarını "iyileştirme"ye, değiştirmeye daha doğrusu indoktrine etmeye ayarlı Türk entelijensiyasının refleksi Kurban Bayramı sırasında ortaya çıkan ilkel görüntüler karşısında aradığını bulmuş gibiydi.

Modernleşme tarihimizin en büyük zaafı içini boşalttığı, ulaşmak istediği hedefler açısından, birer tehdit olarak algıladığı değerlerin yerine hiçbir değer üretememesidir. Oysa, bu toplumu ayakta tutan, var kılan değerlerini çektiğiniz, tahrip ettiğiniz, bundan dolayı insanları tahkir ettiğiniz oranda bu ülkenin varoluş imkanlarını berhava ediyorsunuz demektir. Hala kurban derisini bile kolluk kuvvetiyle toplamak zorunda kalan, gönüllülük oluşturamayan modernleşme, çağdaşlaşma havariliğinin çıkmazlarını fark etmiş değiliz.

Sonuçta Kurban Bayramında karşılaşılan görüntülerden tiksinenler neden büyük şehirlerimizin Brezilya görüntüsü verdiği üzerinde kafa patlatsalar, bu manzaradan utanır olsalardı daha gerçekçi olurlardı.

Bu toplumun değerlerine tepeden bakarak hep yabancı kalanlar, Brezilya'da görülecek türden Latin Amerika ülkelerine özgü çarpık yapılaşmadan utanacaklarına; neden bu toplumun bir Rio Karnavalı çıkaramadığına hayıflanmaktalar. Türkiye'nin temel çelişkisi bu mantalitede yatmaktadır. Bu anlamda Türk aydını tam da S. Ülgener'in tarif ettiği anlamda bir ideoloji taşıyıcısıdır; belli bir sınıfın statüsüyle uyum halinde ve davranışlarını meşrulaştırıcı değer üreticileri olmaktan ileri gidememiş tiplerle dolu ne yazık ki. Belki de M. Foucault'nun tarif ettiği türden bir aydın profili daha uygun düşüyor: toplum gücünü (ve belirsizliğini) dizginlemek üzere örgütlenmiş, ayıklanmış ve paylaştırılmış bir sınıfsal dayanışmayı hatırlatıyor. Özgürleştirici olmaktan çok dizginlemeyi önceleyen, toplumuna yaslanmaktan çok ona yabancılaşmayı seçen hilkat garibeleriyle dolu Türk entelijansiyası.

Öykündüğümüz Batıdaki şehirlerde olduğu gibi insani bir ortam oluşturmak, daha yaşanabilir standartlarda şehirler inşa etmek, kurbanını da kesebileceği imkanlar sunmak yerine; kurban kesmeyi gerektiren inançları ortadan kaldırmaya çalışan anlayışın büyük çelişkisini yaşadık Kurban Bayramında. Her şeye rağmen bu toplum kurban kesebildiği oranda ayaktadır. Kurban etmek gibi ontolojik değeri olanlar bu ülkeye sahip çıkabilir.


8 Mart 2001
Perşembe
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED