|
|
|
|
Devletin ekonomideki payının yüksekliği, siyaset ile rant düzeni arasında bire bir ilişkilerin kurulmasına yol açıyor. Zaten bu nedenle siyaset kurumu 'yolsuzlukların hamisi' durumunda. Bunun önüne geçilmesi ve daha temiz bir modelin kurulması ile demokratikleşme arasında da doğrudan bağlantılar var. Siyaset kurumu ile rant düzeni arasındaki bağlar parçalanmadan anlamlı bir demokrasi talebinden ve stratejisinden söz edilemez. Son krizle beraber bu ilişkiler bir kere daha çıplaklaştı. Demokratikleşme konusunda fren yapmayı, istikrar olarak etiketleyen mevcut Hükümet sayesinde tarihinin en ağır krizlerinden birinin içine düştü Türkiye. Buna karşı idealize edilen model ise ekonomi yönetiminin siyasetten ayrılması. Bu noktada bildik şemalar ardı ardına sıralanıyor. Türkiye'nin siyaset karşısında çok duyarlı bir 'piyasa'ya sahip olmasının olumsuzlukları belirtiliyor. Sürekli kriz halinde yaşayan bir ülke olduğumuz için de, ekonomide tökezlememek adına, 'ekonomi yönetiminin siyasete karşı yalıtılmasının' şart olduğu ileri sürülüyor. Steril bir küreselleşmecilik ve liberalizm vurgusu bu... Kuşkusuz, Türkiye'nin mevcut siyaset-rant ilişkisini ortadan kaldırması çok önemli bir problemidir. Devletin ekonomideki ağırlığından ileri gelen üretimsizlik ve buna bağlı kronik fakirleşme probleminin önüne geçilmesi acil bir gerekliliktir. Fakat bu gerekliliği temellendirirken, büyük bir zihinsel tembellik içinde hemen karşı uca savrulunuyor. Bankacılık sistemindeki reform konusunda tam bir çerçeve ortaya koyulmadan, Türkiye'nin yıllar içindeki birikimlerini yansıtan kuruluşları blok satışlar halinde ve tek bir bankanın hortumlanmasından doğan zararı bile karşılayamayacak tarzda satışa çıkarılmaya çalışılıyor. Devletin kötü bir işletmeci olması ile bu işletmelerin yok pahasına satılması arasında 'indirgemeci' ve 'mutlakçı' bağlar kuruluyor. Neticede sisteminde reform geliştiremeyen bir ülkenin, önüne gelen herşeyi satıp küreselleşme trendine dahil olacağı gibi bir 'kırılganlıkla' hareket ediliyor. Şunlar hiç bir zaman unutulmamalıdır; ekonomi yönetimi için dünyanın herhangi bir yerinde masa başında kurgulanıp her yerinde uygulanabilecek 'mekân-üstü bir model' yoktur. Ekonominin siyasetin nüfuzuna karşı korunaklı hale getirilmesi ile siyasetten yalıtılması farklı konulardır. Kötü işletildiği ve zarar ettiği için satılması gereken kuruluşların, bir bankanın hortumlanmasından doğan zararı bile karşılayamayacak kadar düşük fiyatlarla satışa sunulması, ekonomik kârlılığın ötesinde bir zihniyet durumuna işaret eder ki, bu hiç de sağlıklı bir gösterge değildir. Türkiye'de otoriterleşmenin gücünü ve gerekçesini bir açıdan da devletin ekonomideki payının ağırlığından aldığı söylenebilir. Buna karşılık, yukarda belirttiğimiz şema çerçevesinde devletin ekonomideki payının azaltılmasının kendiliğinden demokrasiyi getireceği varsayımı ise sadece bir tabudur. Çünkü özellikle Türkiye'de algılandığı biçimiyle küreselleşme karşıtlığı nasıl bu ülkeyi dünya liginin dışına düşürüyorsa, yine bu reel algının karşıtı olan küreselleşme taraftarlığının da fakirliği daha da ezici hale getirerek, demokrasiyi bir başka açıdan sakat bıraktığı görülmelidir. Bu nedenle, devletin ekonomideki payının 'azaltılması' ile ekonominin siyasetten 'yalıtılması' arasında kurulan doğrudan ve indirgemeci bağlara, 'bu mekân'da dikkatle yaklaşmak gerekir. Bugün Türkiye'de ekonomi yönetiminin ana eksenini fakirlikle mücadele ve gelir dağılımındaki adaletsizliklerin giderilmesi gibi stratejiler oluşturmazsa, sistem daha büyük krizleri toplumun başına saracaktır. İşte ekonomi yönetimini, böylesi sosyal ve siyasal olumsuzluklara karşı uyarma görevi siyasetindir. Siyaset, 'devletçi' ya da 'piyasacı' olmayan, 'kamucu' bir bakışla bu görevini yerine getirmelidir. 'Müdahil' olmak yerine 'yönlendirici' olmayı tercih eden bir siyasal modelin içinde, siyaset ve ekonomi yönetimi arasındaki bağlar yeniden kurulmalıdır. Aksi halde, büyük finans kurumlarına göre ayarlanmış bir ekonomi yönetimi ile başarıyı yakaladığını zanneder Türkiye. Oysa asıl meselesi bunu demokratik sistemi besleyecek bir modelle gerçekleştirmektir. Demokratikleşmeyi engelleyen devletçilik karşısında, demokratikleşmenin içini boşaltan piyasacılıkla bunu yapamaz. Demokratikleşmenin stratejik yönleri ve eylem planı içermesi gereken bir karakteristiği olduğunu unutmamak gerekir. Bunun için demokratikleşmeyi eksene alan bir yeni siyasetin, öncelikle gelir dağılımın düzeltilmesi ve fakirlik probleminin önüne geçilmesi için gereken tedbirlerin alınması meselelerini önüne koyması gerekir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
|
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © ALL RIGHTS RESERVED |