T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R

Tekerrür ediyor, etmiyor...

Enflasyon bu toprakların kaderi mi acaba? 'Buhranı' eksik olmayan merkezi idare, bizde, sürekli vergi salıyor, ama tahsil edemiyor, buna karşılık halkın üretim gücü hep düşüyor mu? Acaba, asırlardır hep aynı kısır döngünün esiri mi bu toprakların insanları?

Bu soruları boşuna sormuyorum. Her zaman yol gösterici olması gereken 'tarih', belli bir ideolojinin sürdürülmesi aracı haline dönüştüğü için, hiçbir anlam taşımıyor bizde. Bu sebeple de, biz farkına varmadan, sürekli tekerrür edip duruyor tarih. Farkına vardığımızda ise iş işten geçmiş oluyor...

1600'lerin sonlarında (1689-1691), iki sene içerisinde, bir altın 500 akçeden 600 akçeye çıkıvermiş; bu, yaklaşık yüzde 20 devalüasyon demek... "Böyle bir enflasyon oranı geleneksel bir tarım ekonomisi içinde yaşayan halk için ağır şartlar yaratmaktaydı; üretim artmıyor, düşüyordu ve Anadolu halkı uzun bir harbin getirdiği ekonomik yıkımın ağırlığı altında eziliyordu" diyor tarihçi.

Durumumuz 300 yıl önceki Anadolu halkının durumuna benziyor mu? Devalüasyonla yüzde 40 daha fukaralaştık bugün. Üretimimiz düştüğü gibi, halk olarak uzun bir harbin (Güneydoğu'da 20 yıldır sürene 'düşük yoğunluklu savaş' dendiğini unutmayalım) getirdiği ekonomik yıkımın ağırlığı altında da eziliyoruz.

Fransız sefiri Girardin, 1687'de yazdığı raporda, "Defterdar hazine gelirlerini çoktan tüketti, devletin zaruri masraflarını karşılayamaz hale geldi, maaşları ödeyemiyor" ayrıntılarını kaydetmiş... Girardin'in selefi olan Guilléraques, 1684 martında gönderdiği raporuna, "İmparatorluktaki kumandanlar, vezirler, valiler ve yüksek rütbeli memurların devamlı değiştirilmesi ve çoğunun görev yerinde altı ay bile kalamaması, idari otoritenin aczine, rüşvet, yolsuzluk ve isyanların artmasına sebep olmaktadır" satırlarını not düşmüş... İdari otoritenin aczi, rüşvet, yolsuzluk... Ne kadar tanıdık kavramlar, değil mi?

İdare acze düşer, rüşvet ve yolsuzluk azarsa ne olur? İmparatorluğun muazzam topraklar üzerinde hüküm sürdüğünü unutmayalım. Bosna ahalisi merkezden sürekli para ve asker yardımı istiyormuş, merkezi hükümet ise bu taleplerin ikisini de sağlamaktan âcizmiş... Sonunda, taleplerine cevap alamayan ahali kendi güvenliklerini kendileri sağlama yoluna başvurmuş. İdare çoğu yerde âyânlara ve sancaklarda mütesellimlere teslim edilmiş; verginin toplanması, âsâyişin sağlanması görevleri mahallen görülmeye başlanmış.

Oysa, bu şikâyetlerin duyulduğu tarihten kısa süre önce, Köprülü ailesinden sadrazamların hüküm sürdüğü dönem (XVII. yüzyılın ikinci yarısı) için, tarihçi, "Osmanlı İmparatorluğu, klasik dönemdeki kurumlarını restore etmiş ve geçici bir güvenlik ve düzen geri gelmişti" diyor. Turgut Özal'ın işbaşında bulunduğu dönemde yapılanlar gibi, "İdari bünyede temelli bir değişim" sayılmayacak düzenlemelerle sınırlı kalmış bir geçici rahatlama...

Merkezi idarenin aczi uzak yörelerin başına buyrukluğuna yol açtığı gibi, ekonomik bunalımlar da haksız vergiler ve zorla alınan borçla atlatılmaya çalışılmış... Tarihçi, "Hükümetin her türlü vergiyi, ister nakdi ister hayvan ve zâhire olsun, geciktirmeden hatta daha önceden toplattığını görmekteyiz" diyor. 'Zorunlu borç' uygulaması için verdiği bilgi de şu: "Vergiler dışında, geniş ölçüde şehirlerin esnaf ve tüccarlarından mecburi istikraz yoluyla para alındığı da görülüyor. Tespit edilen mecburi istikraz miktarı bir hayli yüksek görünmektedir. Meselâ Kayseri mûteberânı ve tüccarlarından bir keresinde onbin kuruş (400 altın) alınmıştır..."

Vergi salınıyordu da ne oluyordu? Rüşvet ve yolsuzluğun kol gezdiği bir toplumda ne olabileceğini tahminde zorlanılmaz. Nâimâ, yüksek memurlar ve maiyetlerinin, şehirler ve köyler üzerinden "Bir çekirge sürüsü, âsûmânî bir belâ gibi" geçip gittiklerini yazıyor. Bunu aktaran tarihçinin şu satırlarını da okuyalım: "Devlet otoritesinin zayıflığının ve memurların itaatsizliğinin en mühim bir delili de toplanan vergilerin bazen zimmete geçirilip merkeze gönderilmemesidir. Bu yıllarda merkezi hükümetin mahalli kumandan, kadı ve mültezimlere sık sık emir göndererek, toplanan vergilerin elan gönderilmediğini veya eksik olduğunu belirterek gönderme istemini tekrarlamak zorunda kaldığını görüyoruz."

Çıkan mahalli ayaklanmaları bastırmak üzere fevkalâde selâhiyetli müfettişler gönderiliyordu. Tarihçimize göre, "Eşkıya takibi için gelenler, kendileri eşkıya kadar amansız olup ahalinin mal ve erzakını yağmalamaktan, suçsuz kimseleri cezalandırmaktan çekinmiyorlardı." Gücü gücü yetene sistemi yani.

Türkiye tuhaf bir ülke; tarih burada başka ülkelerden daha fazla tekerrür ettiği halde, kimsenin tarihi umursadığı yok. Oysa, bugünü daha iyi anlayabilmek, yarın meydana gelebilecek gelişmeleri öngörebilmek için tarih bilgisine ihtiyaç var; olumsuz gelişmeleri engelleyebilmeyi ancak bilgili olursak başarabiliriz.

Bu yazıda sunduğum bilgileri, Prof. İlber Ortaylı'nın, Turhan Kitabevi (Ankara, 2001; Tel.: 312- 418-8259; Faks: 312- 418-7591) tarafından şu yakınlarda yayımlanan "Osmanlı İmparatorluğu'nda İktisadi ve Sosyal Değişim" adlı kitabından (s. 9-14) aktardım. Belki tavsiyemi tutup siz de okumaya başlamışsınızdır...


8 Mart 2001
Perşembe
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED