T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ülkeyi kurtarmak istiyorsanız, önce aydını sivilleştirin

"Türkiye'de bir iş başarmak istiyorsanız, önce aydını sivilleştirin" diyordu bir yazarımız. Bu, ülkemizde kendisini "aydın" sıfatıyla taltif eden okur-yazar takımının sivil ve demokrat olmadığı önkabulünden hareketle söylenmiş bir söz olmaktan öte, bir başka şaşmaz gerçekliğe işaret ediyordu...

Nasıl mı?

Batı'da "aydınlanma hareketi"ni başlatıp "yenileşme" sürecini tamam erdirenler sivillerdi; gerçi kiliseye başkaldırmış, açıkça ilahi emirlere muhatap olmadıklarını deklare etmişlerdi ama, öte yandan onları kayıtlayan bir beşerî güç, bir "derin merkez", bir total devlet anlayışı, bir "izm", bir kral, bir naip sözkonusu değildi.

Sivil ve bağımsızdılar...

Feodal yapıyı dönüştürmek uğruna başka kültürlerin, başka değerlerin peşine takılmamış, kendi kültür değerleri üzerinde yükselerek demokrasiyi, en nihayetinde "sivil toplum"u oluşturmuşlardı.

Oysa, Türkiye'de bu iş, yani yenileşme çabaları, kötü bir Jöntürk geleneği olarak bürokratlara ihale edildi.

Çünkü Türkiye'de, batılı tanımına uygun, "otorite"den bağımsız aydınlar yoktu. Münevver kesim ise, "yenileşme" adı altında kaktırılan ve tanzimat yozlaşmasına dayalı "kozmopolit" kültürü reddediyordu.

Bu nedenle, Türkiye'nin aydınları, vaktiyle Padişah ekmeği yiyerek semiren bürokratlar arasından çıktı. Dolayısıyla, "sivil" ve "demokrat" olamadı.

"Çevre"yle "merkez" arasında, (en yalın ifadesiyle) "köprü" olması gerekirken, "çevre"yi ıslah etmek, yani önce "halkı adam etmekle" mükellef saydı kendini.

Çevrenin taleplerini merkeze taşımak yerine, resmî hizmete tabi oldu.

Çevrenin kültür ve ahlak değerlerine saldırmayı ise varoluşunun gereği saydı.

Bu nedenle, halkla arasında "derece" değil, "mahiyet" farkı vardır.

Türk aydını, geleneksel kültür verimlerimizi tanımaz, Yunus'u ve Mevlana'yı bilmez, ama Yunan/Latin kültür değerlerine övgüler yağdırır.

Fuzuli'den iki beyit okuyamaz, ama "İlyada" destanında bülbüller gibi şakır.

Mimar Sinan, Itri, Balyan, Mizancı Murat onun için hiçbir şey ifade etmez...

Tanpınar'ı, Yahya Kemal'i, Ahmet Cevdet Paşa'yı bilmez, ama tek kelimesini anlamadan okuduğu ve sıradan bir yazar fetbazlığı olan "Benim Adım Kırmızı"yı son yüzyılın "edebiyat olayı" sayar.

Görünüşte "militarizm"e kırşıdır, ama bir Başbakan, iki Bakan'ın asılmasıyla sonuçlanan 27 Mayıs askeri darbesini "Hürriyet ve Anayasa Bayramı" ilan eder. Mesela, 12 Eylül ülkeyi "geriye" götürmüştür, dolayısıyla "gerici" bir darbedir ve "kötü"dür, ama 28 Şubat "irtica"ya karşı yapıldığı için "ilerici" ve "çağdaş" bir müdahaledir. Zaten Türkiye, ancak zecrî ve cebrî yöntemlerle değişebilir, Türk halkı ancak "sopa zoruyla" çağı yakalayabilir.

Türkiye'de aydının sadece sivilleşmeye değil, mebzul miktar adam olmaya da ihtiyacı var.


12 Mart 2001
Pazartesi
 
MEHMET E. YAVUZ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED