|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Nazlı Ilıcak, sağolsun, üst düzey birileri gazetecilerle görüşmüş de beni ihmal etmişlerse gönül koyuyor; Başbakan Bülent Ecevit'in bu bayramda görüşlerini açıklamak üzere evine dâvet ettiği meslektaşlar arasında bulunmadığımı öğrenince rahatsızlığını yazısına dökmekten yine geri durmadı. İki gazeteden arayıp tepki almak istediler; birine, "Kendi tercihidir" demekle yetindim, diğerine ise şu cümleyi de ekledim: "Doğrusu, tercih ettikleri arasında bulunmamak beni fazla üzmedi." Bir huyum var benim; özürlü bir insanın yüzüne bakmakta zorlanırım. Karşımdakinin yüzüne de akseden bir eksikliği var diyelim; o eksik gözüme ilişir ilişmez sürekli başka tarafa bakmaya başlarım ben. Huy işte. Yüzüne bakmadığım için muhatabımın alınacağını da düşünürüm, bu sebeple suratım daha da asılır... Ecevit'in beni dâvet etmeyişine, etse gitmek zorunda kalacağım için, biraz da bu yüzden sevinçliyim. Ecevit'in basınla ilişkiler yöntemi de benim tarzıma uygun değil. Gazetelerde çıkan bir çok açıklaması, altında bir gazetecinin ismi ve resmi bulunsa da, bizzat başbakan tarafından kaleme alınıyor. Bülent Bey virgül, hatta noktalı virgül konusunda bile titiz; karşısındakine güvenmediği için, soruları alıyor, altına cevaplarını yazıyor ve gazetelerden aynen yayımlanmasını istiyor. Buna rağmen, yazdırdıkları eleştiri getirdiğinde, "Beni yanlış anlamışlar" deyip gazetecileri harcamaktan da geri durmuyor... Herhangi bir devletlunun karşısında konu mankeni gibi oturmak benim tarzıma hiç uygun değil; her şeyden önce dilimi tutamam ben. Nitekim, Ecevit'in bayram mülâkatı verdiği gazetecilerin yazdıklarına İnternetteki yazışma sitelerinde müthiş tepki birikimi oluştu. Birbirlerine mesaj gönderen insanlar sorulan soruları hiç beğenmemişler. Kimi "Bu da sorulur muydu?" diyor bazı sorulan sorular için, kimi de "Bu niye sorulmadı?" sorusuna cevap arıyor sorulmayan sorular için... Ecevit'in tercih ettiği gazeteciler arasında bulunmanın şu sıralarda gözden düşürücü bir etkisi var... Aslında, aralarında ben de olsaydım, içimden yüzlerce soru geçse bile, Ecevit'in haline bakarak, sormak istediklerimi dışa vuramazdım gibime geliyor. Ecevit'in hoşlanmayacağı bir soruyu sormanın mâliyeti var çünkü; ya sorum başbakanın sağlığının daha da bozulmasına yol açarsa? Eminim, dâvetli olarak gittikleri mekânda karşılaştıkları gariplikleri, biraz da Ecevit'in sağlığını düşündükleri için, bütün açıklığıyla yazmıyor gazeteci arkadaşlar... Yoksa, çayını tazelemek amacıyla dışarı çıkıp bir kez daha yanlarına döndüğünde hepsinin elini tek tek yeniden sıkma garipliğini sadece işadamları ve yabancı diplomatlardan duymazdık... Başbakanın söylediklerinde keramet arandığı balayı devri de çoktan geride kaldı. Kendine hâkim olduğunu anladığımız anlarda bile tutarlı konuşamıyor Ecevit; bir dediği daha önceki söyledikleriyle çelişiyor. Bir hafta önce, MGK'da dolduruşa getirildiğinde, dışarı çıktı ve "Cumhurbaşkanı benimle terbiye dışı konuştu, bu bir devlet krizidir" dedi; üç gün sonraki MGK'dan çıkınca "İçeride neler geçtiğini sizlere aktaramıyorum; biliyorsunuz, MGK'da konuşulanlar devlet sırrı" diyen yine oydu. Uygulanan ekonomi politikası için "Program zaten bozuktu" açıklamasını yaptığında veya bayramda kabul ettiği gazetecilere "IMF çağdışı" dediğinde, ya da sonra "Ben öyle demedim" diye söylediklerini yalanladığında şaşanlar oldu belki, ama bunların hepsi birer 'Ecevit klasiği'... DSP gerçek anlamıyla bir siyasi parti olsaydı, 'sıfırdan iktidara' taşımış olmasına rağmen, partililer, çok önceden geleceklerini kendi ellerine almanın yolunu bulurlardı. İster yaşıyla ilgili rahatsızlıkları yüzünden olsun, ister günümüzün taleplerine cevap verememesi sebebiyle, Bülent Ecevit DSP'nin de sonunu getiriyor. ANAR'ın kamuoyu yoklamasında, DSP'nin, bir daha başını kaldıramayacağı acınası bir duruma düştüğü görüldü. Bu tür düşüşlerin bir de yan etkisi olur: Zamanında müdahale etmeyen herkes itibar kaybına uğrar... İnternette milletvekilleriyle yazışanlar, son zamanlarda, 'saygın' bilinen DSP'li muhataplarını açıktan açığa alaya almaya başladılar... Kötü, kötü, kötü... DSP'ye acıdığımdan, ya da Bülent Ecevit'e umut bağladığımdan değil, ancak ülkenin şu sıralarda verdiği görüntü sebebiyle gerçekten müthiş üzüntülüyüm. Kemal Derviş Washington'da kredi almak üzere çalmadık kapı bırakmıyor; kendilerinden para istediği kişilerin "Böyle bir başbakanla yeni program gider mi?" diye sordukları muhakkak. Derviş'in yerinde siz olsanız, ne cevap verirdiniz? Adım gibi biliyorum; bizim kamuoyuna seslenirken Ecevit hakkında saygıda kusur etmemeye bakan Kemal Derviş, yabancı muhataplarına cevap bulmakta zorlanıyordur... Kendi hesabıma, yabancı meslektaşların soruları gayretime dokunacak kadar iğneli olmaya başladı... Hiçbir siyasi parti kendi genel başkanına DSP kadar, hiçbir ülke başbakanına Türkiye kadar zâlimce davranmamıştır. Bülent Ecevit'in durumundaki insanlara elden gelen yardımı göstermek, onların hayatlarını kolaylaştırmak gerekiyor. Kriz halindeki bir ülkede Bülent Ecevit'i başbakan tutanlar büyük vebal altındalar... Neyse ki, Bülent Bey, "Gel, demeç vereyim" diye beni çağırmıyor...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |