|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İslâm Düşüncesi'nin parlak (!) dönemlerinin İmam Gazâlî'yle birlikte geride kaldığı, özgür düşünce ve araştırmanın donup katılaştığı, birkaç düşünür istisna edilecek olursa Gazâlî'den sonra doğru-dürüst 'adam' (!) yetişmediği şeklindeki "hâkim söylem"i seslendiren yerli kalemlerin dayanakları arasında, kesinlikle İslâm bilgi mirasını anlamaya/açıklamaya yönelik ayrıntılı incelemeler yer almamakta; bilakis bu beylik iddiaların ardında XIX. yüzyıldan itibaren belirginleşen oryantalist projenin lojistik desteği bulunmaktadır: Ne yazık ki kendi tarihlerini, kendi bilgi miraslarını bu lojistik desteğin güdümünde anlamaya/tanımaya çalışan yerli kalemler de hiçbir ciddi tedkike girişmek lüzûmunu dahî hissetmeden, dolayısıyla ciddiye alınabilecek herhangibir mesai de sarfetmeksizin İslâm Düşünce tarihinin koca asırlarını bir çırpıda feda edebilmektedirler. Elinizi atacağınız her yeni çalışmanın bu ön-yargıların birer tekrarından ibaret olduğunu görebilirsiniz. Daha önce Rahmi Karakuş'un Felsefe Serüvenimiz adlı sözde-bilimsel çalışmasından bazı satırlar aktarmıştık. Binaenaleyh "hâkim söylem"i tekrarlamayı marifet addeden, ciddiye alınabilecek hiçbir mesned göstermeksizin kendi tarihini mahkûm etmeyi iş haline getiren, sonra da kalkıp ezberciliği, tekrarcılığı, peşin-hükümlülüğü yermeye kalkışan araştırmacı sayısının hiç de az olmadığını göstermek için, şimdi de Osman Kafadar'ın aynı nakaratları yineleyen Türkiye'de Kültürel Dönüşümler ve Felsefe Eğitimi (İstanbul, 2000) adlı çalışmasından bazı aktarımlarda bulunacağız: - "İslâm Dünyasında hicretten hemen sonraki yüzyıllarda başlayan, Abbasîlerin ve İslâm'ın 'Altın Çağ'ı olarak kabul edilen IX., X., XI. ve XII. yüzyıllar arasında en dinamik, üretken ve oldukça renkli olduğu dönemde sahip olduğu entelektüel açılımlar içinde Yunan tarzında felsefe hareketi, önemli bir yer tutmasına rağmen, üç-dört yüzyıl gibi çok uzun olmayan bir ömre sahiptir. Eski Yunanlıların M.Ö. VII. yüzyıl ile M.S. III. yüzyıllar arasındaki 1000 yıla yaklaşan felsefe hareketi gözönüne alınırsa, gerçekten de bu süre oldukça kısadır." (s. 64) İslâm Düşünce tarihinde "Yunan tarzında felsefe hareketi" aramak ve bulamayınca üzülmek gibi garabetler bir yana, "Eski Yunanlılar" (!) adlı mevhûm ve muhayyel bir kitlenin 1000 yıllık bir zaman diliminde eskimeksizin (!) biteviye felsefe yaptıklarını iddia edebilmek için "second-hand" kitaplar okumak kâfi geliyor ne yazık ki! (Ehl-i Nakarat'tan isnad ve istinad değil, apaçık mesned beklemeye hakkımız olmalı değil mi?) IX-XII. yüzyıllar arası niçin Altın Çağ imiş? Bu dört asırlık dönemin entelektüel açılımlarını (!) "en dinamik, üretken ve en renkli" gibi popülist nitelemelerle tavsif edenlerin, "hâkim söylem"e sığınmak yerine bizlere ne tür ölçüler, ne tür dayanaklar kullandıklarını sarahaten göstermeleri gerekmez mi? Gerekmiyor olmalı ki şu tür ifadeler, takvim yapraklarında rastlanılacak yaygınlığa ulaşabiliyor: - "Genellikle İbn Rüşd'den sonra İslâm'da felsefenin gerilemeye başladığı kabul edilir. Gerçi bu tarihten bir yüzyıl sonra İbn Haldun tarih felsefesi alanında oldukça orijinal, hatta modern görüşler ortaya koymuşsa da onun konumu bir istisnadır. Şu halde İslâm'da felsefî düşünce hareketi "çöküntü" anlamında birden ve bütün olarak meydana gelmemiş, önce XIII. yüzyılda dinamikliğini kaybederek gerilemeye başlamış, giderek artan bir hızla donuklaşmış, silikleşmiş ve nihayet Osmanlılarda Fatih döneminden sonra gündemden kalkmıştır, denilebilir." (s. 64) Genellikle... Evet, bu mesnedsiz düşüncelere eşlik eden yegâne yoldaş "genellikle"dir! Genellikle... Ne denli emniyet verici... ne denli itiraz önleyici... ve ne denli susturucu değil mi? İnsanın, "Acaba Gazâlî'nin bütün suçu Selçuklu döneminin bir düşünürü olmak mı?" diye sorası geliyor. Ya Gazâlî sonrası? Cevap hazır: "İslâm'da felsefî düşünce hareketi (...) Osmanlılarda Fatih döneminden sonra gündemden kalkmıştır." Koca Osmanlı İstanbul'u fethediyor, çağ açıp çağ kapatıyor, fakat ne oluyorsa oluyor tam da bu sırada "felsefî düşünce hareketi gündemden kalkıyor." Lûtfen zahmet edip bu sözde-bilimsel araştırmanın (!) dayanaklarını bir gözden geçiriniz, bakalım bu cüretkâr iddialara mesned teşkil edebilecek derecede bir tek kaynağa tesadüf edebilecek misiniz? Genellikle ön-eki dururken bizim araştırmacılarımız niçin Süleymaniye Kütüphanesi'nin tozlanmış sıralarında dirsek çürütsünler? Kim ehl-i nakarat olmak varken işi gücü bırakıp da Hacı Selim Ağa Kütüphanesi'nin önündeki çöp yığınlarını geçecek de Darendeli Mehmed Efendi'nin yazmalarını okumak külfetine katlanacak? Biraz Goldziher, biraz Arnaldez ve biraz Sachau... Bari aslından yararlanılsa? Ne gezer!? Aç Adıvar'ı ve Sayılı'yı, derken alelacele Hilmi Ziya'yla, Niyazi Berkes'le karıştır/karşılaştır... VE en nihayet o muhteşem sihirli sözcüğü söyle: Genellikle... Ne yazık ki bu işler genellikle böyle oluyor!
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |