T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Irak-İsrail makasında Ankara

İsrail'in Haaretz gazetesinin önceki günkü sayısında yer alan ve Reuven Pedatzur imzasını taşıyan bir makalenin başlığı "İttifak mı, Eksen mi, Ortaklık mı?" başlığını taşıyordu. Türkiye ile İsrail arasında son yıllarda giderek artan bir yakınlaşmaya sahne olan ilişkilerin ele alındığı yazıda, Ankara'da yapılan ve bu yakınlaşmayı sağlayan şahsiyetlerin katıldığı bir toplantıdan söz edilerek şu satırlara yer veriliyordu:

"Ankara konferansının katılımcıları, Türkiye-İsrail ilişkisine uygun bir sıfat bulmak konusunda anlaşamadılar. Bu bir stratejik ittifak mıydı, yoksa basit ifadesiyle Ankara-Kudüs ekseni mi veya sadece bir askeri ortaklık mı? Neticede, katılımcılar, iki ulusun bu ilişkilere yüklediği anlamla kıyaslandığında, ilişkilerin tam bir tanımını yapmanın önemsiz olduğu sonucuna vardılar."

Bu arada, toplantıya katılanlar arasında bulunan İsrail Dışişleri Müsteşarı Alon Liel'in, "İsrail'in uluslararası gündeminde Türkiye'nin Amerika'dan sonra ikinci sırayı aldığını" açıkladığını öğreniyoruz. Ayrıca, Türkiye-İsrail arasındaki askeri ilişkilerin yakınlaşmasının mimarlarının başında gelen emekli Orgeneral Çevik Bir ise, Türk-İsrail askeri ilişkilerinin muhtevasının boyutlarını açıklamaktan kaçınmış.

Bütün bunlar, Ortadoğu sahnesinin bu iki önemli aktörünün "çok özel" ilişkilere sahip bulunduğunun kalın çizgilerle altını çizmesini ifade ediyor. Bu konuda hiç kimse arasında bir görüş ayrılığı bulunamaz. Zaten, hernekadar aralarında önemli nüanslar bulunsa bile, ilişkilerin mahiyetini, ister "stratejik ittifak", ister "eksen" ya da ister "askeri ortaklık" diye niteleyin ya da tanımlayın; Türkiye-İsrail ilişkileri, dünyanın en sorunlu bölgelerinin başında gelen Ortadoğu'da "özel" nitelikli ilişkilerdir.

Bu sıfatların en hafifi olan "askeri ortaklık", milyarlarca dolarlık askeri ihaleleri kapsadığı, Türk hava kuvvetlerinin güçlendirilmesini ve tankların modernizasyonunu içerdiği ölçüde, bir "stratejik ittifak" ya da "eksen" söz konusu olmasa bile; bir ülkenin "dış politikası"nda başlıbaşına belirleyici olma gücüne sahiptir.

Türkiye'nin Ortadoğu politikasının en canalıcı "vektör"ü, göründüğü kadarıyla, Irak'a yöneliktir. Irak, Türkiye açısından çeşitli tarihi nedenlerden ötürü, İsrail ile ilişkilerine oranla "öncelikli" nitelikte sayılır. Bu "öncelikli" niteliğinin başında "güvenlik" boyutu geliyor.

"Güvenlik" boyutu, zaten herhangi bir ülkenin dış politikasının oluşmasında çok önemli bir "girdi"dir. Türkiye için bu, özellikle böyledir. Zira, Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasçısıdır ve Osmanlı İmparatorluğu'nun Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar sürekli olarak içinden geçtiği küçülme ve daralma olgusu, Türkiye'yi, en başından beri "küçülme korkusu" ve "parçalanma spazmı"na itmiştir ve "güvenlik" boyutunu dış politikanın başına yerleştirmiştir.

Türkiye açısından bu "tehdit", esas olarak "güney sınırları"nın ötesinden ve somut anlamıyla Irak üzerinden geliyor.

Niçin?

Çünkü, Irak'ın kuzeyinde, büyük çoğunluğu itibarıyla Kürtler yaşıyor. Irak Kürtleri, sınırlar belirlenmeden önce Türkiye'deki "merkezi otorite"ye bağlıydılar ve Türkiye Kürtleri ile Irak Kürtleri arasında bir "sınır engeli" olmadığı gibi, zaten "Türkiye Kürtleri" ve "Irak Kürtleri" diye bir kavram da yoktu. Dolayısıyla, Irak Kürtlerinin, Bağdat'taki "merkezi otorite"den ayrılması ve hele bir "bağımsız Kürt devleti"nin kurulmasının, Türkiye'ye "bulaşıcı" bir etki yapması; Türk dış politikasının en büyük "korku"larının ve "güvenlik kaygıları"nın başında gelmiştir.

Bu bakımdan, Türkiye'nin Kuzey Irak'da bir "Kürt devleti senaryosu" üzerinde düşünmesi ve bunun gerçekleşmesi halinde, bunu bir "casus belli" yani "savaş nedeni" sayması anlaşılmaz ve şaşırtıcı değildir.

Ancak, böyle bir "zihniyet", aynı zamanda, Türkiye'de "çözülmemiş" bir "Kürt sorunu"nun varlığının da "zımni itirafı"na işaret ediyor. Eğer, "merkezi otorite", (Güneydoğu'da) kendisine sadakatinden emin bulunduğu vatandaşlara sahip bulunduğunun güveni içinde ise, sınırın Irak tarafındaki gelişmeleri kendi güvenliği için tehdit saymayabilir. Türkiye'de Kürtler, kimliklerinden doğan haklara sahip oldukları, bir "demokratik ülke"nin demokratik katılımı içinde yer alan "mutlu insanları" olsalar; acaba "devlet", Kuzey Irak'taki herhangi bir oluşuma karşı tavır almayı, dış politikasının "mihenk taşı" haline getirir mi?

İşin ilginç yanı, Türkiye'nin Ortadoğu politikasındaki "stratejik müttefik"i veya Ortadoğu'da oluşturduğu "eksen" ya da Ortadoğu'daki "askeri ortağı" olan İsrail'in "stratejik çıkarları", Irak'ın zayıf kalmasından hatta mümkünse "parçalanması"ndan yana. Oysa, Türkiye'nin Ortadoğu politikasının "mihenk taşı", Irak'ın toprak bütünlüğünün korunması, Bağdat'taki "merkezi otorite"nin egemenliğini Irak'ın bütününe yayması ve Kuzey Irak'ta bir "Kürt devleti"nin kurulmasını önlemek amacına dayalı.

Sonuç olarak, Türkiye, "iç sorunu"nu çözebildiği takdirde, bugünkü haliyle çok önemli "gedikler" verdiği gözüken Ortadoğu'ya ilişkin "dış politikası"nda da ferahlayacak ve muhtemelen değişik bir uslup benimseyecektir.

Avrupa Birliği hedefinden, bir başka deyimle "demokratik Türkiye"den sapmamak, Türkiye'nin Ortadoğu politikasında ve güvenlik kaygılarının giderilmesinde de etkili olacaktır.


19 Mayıs 2001
Cumartesi
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED