T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Modernleşmek/
Dünyevileşmek/
İslâmlaşmak

"Bu modern hayat, daha çok özgürlük adı altında kadınlarımızdan daha az dindar olmalarını talep ettiği için, daha az anne, daha az eş ve daha az kadın olmalarını istiyor" demiştik dünkü yazımızda; peki günümüz İslâmcılığı kadınlarımızdan neler istiyor?!?

Bu suâli cevaplayabilmek için; öncelikle İslâmcılık'tan ne anladığımızı ortaya koymaya çalışmalıyız.

XIX. yüzyılın sonlarından itibaren ortaya çıkan "İslâmcılık" esas itibariyle siyasî, dolayısıyla sosyal, dolayısıyla dünyevî bir projedir. Bu nedenle de savunmacıdır! Hayata veda etmekte olan tarihî bir hâkimiyetin elden gitmesinin yol açtığı çöküntü psikozunun ürünüdür. "Doğru yolda olsaydık yenilmez, bu hale düşmezdik" diyen ve seyl-i hurûşân'a (karşı konulamaz sel'e) uyum sağlamaya çalışan bir bilinç durumunun refleksleriyle ma'lûldür; hem de görünürde karşı çıkıyor olduklarını bile içselleştirdiği/içselleştirebildiği takdirde güçleneceğine inanan, modernleşme/dünyevileşme projesinin karşısında sadece bâtıl dinlerin (özellikle Hıristiyanlığın katolik yorumunun) direnemeyeceğini sanan; İslâm'ın zaten bu modern hayatla, bu bilim ve teknolojiyle bir alıp veremediğinin olamayacağı zehabına kapıldığı için galiplerin dünyayı kavrama tarzlarını hesaba çekmek yerine alelacele kabahati mağlupların kendisinde arayıp bulan ve ister istemez aradıkça da bulan mazlum ve fakat savunmacılıkla ma'lul seleflerimizin bilinç durumunun ürünüdür İslâmcılık! Evet, din'i ve dünya'yı kavrama ve anlamlandırma bakımından kendi çağdaşlarından daha iyi yetişmiş, daha birikimli, daha çalışkan ve tabiatıyla daha üstün oldukları halde, ne yazık ki hâkim paradigmanın cazibesi karşısında geri adım atmak zorunda kalan seleflerimizin...

Yenilmiştik ve ayağa kalkmalıydık! Nasıl? Elbette düşmanımızın silahıyla silahlanarak... (Bu akıl yürütme tarzının Kur'an ve Sünnet'ten delil bulmakta zorlanacağını mı sanıyorsunuz?) Hiç kuşkusuz deliller de bulundu. Kur'an ve Sünnet'e yapılan başvuruların çoğu, metinde olanı anlamakla değil, bilakis zaten içinde olunanı metinde arayıp bulmakla neticelendi. Sözgelimi sünnetullah kavramı öyle yanlış yorumlandı ki sadece bu terimin aracılığıyla hâkim paradigmanın birçok unsuru hemen benimsendi. Ay'a basmış görünen insan ayağının yeryüzünü nasıl bitip tükettiğine dikkat edilmezken, güya astronotların duydukları ezan sesiyle kitleler hayretlere salındı.

En nihayet günümüzde İslâmcılık dindarlaşmayı artıran, mü'min insanın dünya-ötedünya tasavvurunu derinleştiren, dolayısıyla modern paradigma'nın varoluşu anlamsızlaştırıcı bildik propaganda saldırıları karşısında temsil ettiği kitlenin hassasiyetlerini destekleyen, güçlendiren, takviye eden değil; bilakis önce aşırı teklif ve tehdidleri reddetmekle işe başlayıp bu arada münasip olanlarını yavaş yavaş kapıdan içeriye alan bir yol izledi. Böylelikle bir süre sonra aşırı teklif ve tehdidlerin önemli bir kısmı "aşırı" olmaktan çıktı. Kasım Emin'in Tahrir'ul-Mer'e (Kadının Özgürlüğü) adlı kitabını hatırlayınız... Önceleri bazıları tarafından ne de aşırı bulunmuştu!! Güya ona reddiye olarak da Mer'etu'l-Muslime (Müslüman Kadın) adlı bir eser yazılmıştı. İkincisi birincisinin aşırılıklarını reddetti; sonrakiler de ikincisinin aşırılıklarını... Şimdi bizler de sonrakilerin aşırılıklarını reddediyoruz. (Bugünden bakıldıkda öncekiler ne kadar da muhafazakâr (!), ne kadar da gerici ve mutaassıb (!) görünüyor değil mi?!? Bizim yazıp çizdiklerimiz ise ne kadar da Kur'anî?!?)

Çok basit bir soru: en bilgililerimizin, en bilginlerimizin, en bilgiçlerimizin bile kendilerini dedelerinden veya babaannelerinden daha dindar hissettiklerini ya da olmaya çalıştıklarını söyleyebilir miyiz? Acaba n'oluyor da bilgisiz halkımız daha dindar iken, bilgili elitlerimiz bilgilendikçe daha frapan bir hâle geliyorlar?!? Meselâ "Sıradan Türkler" ile "Beyaz Türkler" arasındaki köklü ayrımın aynen "İslâmcı elitler" ile "dindar halk" arasında da câri olması kimsenin dikkatini çekmiyor mu?! Kezâ annesinin, babaannesinin giyiminden, konuşmasından, tavırlarından utanan birçok kızımızın, annelerini örnek almaları, babaanneleriyle övünmeleri gerekirken, tam aksine onların içinde bulunduklarını zannettikleri esaret'e düşmemek için modern hayat'ın kucağına kendilerini salmaları acaba niçin kimsenin tuhafına gitmez?!?

Bütün bunlar dikkatinizi çekmiyor ve tuhafınıza gitmiyorsa; o zaman kaçınılmaz olarak mevcut İslâmî bilincin "çağdaş yaşamı destekleme etkinlikleri" düzeyine inmesinden fevkalâde rahatsız olan bu İslâmcı'nın yazdıkları tuhafınıza gidecektir. Ne yapalım gitsin; zira zaman geçtikçe kendisi olmaktan utanan ve uzaklaşan eyyamcıların "Şimdi sırası mı?" yollu yakınmaları ciddiye alınacak türden değil! Onların ellerinde sadece ne idüğü belirsiz garip bir şimdi var ve ne yazık ki onlar geçmişten bî-haber sûrette kendilerini sadece bu anlamsız şimdi'yi korumak ve kollamakla görevli addediyorlar. İslâm'ı ve müslümanları modernleştirmek/dünyevileştirmek adına, bizi biz yapan ne kadar değer ve kutsal varsa, onları imha etmeye çalışıyorlar.

Alim'i değil çağdaş aydın'ı, ilim'i değil modern bilim'i, din'i değil ideoloji'yi,adalet'i değil eşitlik'i, ötedünya'yı değil dünya'yı, sohbet'i değil dedikodu'yu, zât'ı değil vasıta'yı, cevher'i değil a'raz'ı, varlık'ı değil varolan'ı seçenlere benim söyleyecek ne sözüm olabilir ki?!?

Evet ne lafız, ne de mânâ.... Sözüm bizâtihi nazm'ı seçenlere!!!


19 Mayıs 2001
Cumartesi
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED